Devletçilik

Devletçilik

Devletçilik,devlet yetkilerinin artması,genişlemesi, kamu hizmet ve faaliyetlerinin yayılmasıdır.Bu çerçevede devletçilik , bir tür devlet müdahalesi anlamına da gelmektedir. Ancak en klasik tanımıyla devletçilik; devletin daha önce kendi faaliyet alanına girmeyen konulara da, kamu menfaati  nedeniyle girmesi,katılması ve müdahale etmesi demektir.

Devletçilik dar ve geniş anlamda olmak üzere iki şekilde kullanılmaktadır. Geniş anlamda devletçilik; Türkiye’de uygulanan ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın özelliklerini ortaya koyan bir politik uygulamadır. Dar anlamda devletçilik ise; özel teşebbüse yer veren ekonomik prensiplere sahip, iktisadi alandaki uygulamalardır. Türkiye’de devletçiliğin asıl uygulamaları ekonomik alanda görüldüğünden, devletçilik ekonomik bir mana ifade etmektedir. Bir ekonomik kalkınma modeli olarak devletçilik, toplum yararına yaygın hizmetleri öngörür.

1923’ten itibaren Türkiye’de uygulanan liberal ağırlıklı ekonomik politika, bazı olumlu adımların atılmasına karşın, kalkınmayı yeterince gerçekleştirememiştir. Devlet desteği ile özel teşebbüsçülüğün yapıldığı bu dönemde, özel teşebbüsün ekonomiyi kalkındırma yükünü taşıyamadığı görülmüştür. Bu dönemde hükümetin politikası, kendi yatırımlarını başta demiryolları olmak üzere sosyal sabit sermaye ve nakliyat alanlarıyla sınırlayarak, özel girişimi canlandırmak olmuştur Cumhuriyetin ilk yıllarında hükümetin ekonomideki genel hedefi, Türkiye’de yaşayan insanların ekonomik şartlarını iyileştirmek , ve iyileştirmelerden toplumun daha geniş bölümlerinin yararlanabilmesini sağlamaktır.Diğer hedefler ise, sanayileşmeyi hızlandırmak, tarımsal üretimin artmasını sağlamak, ulaşımı geliştirmek ve bankacılık sistemini modernleştirmektir.

Ancak bütün bu hedefleri gerçekleştirmek 1929 dünya ekonomik krizinin başlamasıyla imkansız hale gelmiş ve Türk ekonomisi 1929 krizinden fazlasıyla etkilenmiştir. 1929 krizi Türkiye’nin en önemli ürünlerinden biri olan buğday fiyatlarının hızla düşmesine neden olmuş, ekono0mik bunalım tarım sektörüne de sıçramıştır. Ayrıca krizin etkisiyle ticaret dengelerinde bozulma, ithalat hacminde ani daralma ve bütçe gelirlerinde büyük düşüş yaşanmıştır. 1930’lara gelindiğinde Türkiye’nin ekonomik politikasını belirleyen iki önemli gelişme ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi 1929 dünya ekonomik krizi, diğeri ise 1929 yılında Lozan’daki sınırlamaların kalkmasıdır. Bu iki gelişme Türkiye’de devletçilik uygulamasına geçişi hızlandırmıştır.Bu bilgilerin  ışığı altında özel teşebbüse dayalı ekonomik sistemden, devletçiliğe geçişi gerektiren tüm etkenleri şu şekilde sıralayabilmek mümkündür:

1-1929 dünya ekonomik krizinin yol açtığı bunalım.

2-1929’da Lozan Barış Antlaşması’nın getirdiği sınırlamaların kalkması.1923-1929 yılları arasında gümrük duvarlarının hala düşük kalması nedeniyle, yerli sanayiinin korunması mümkün olamamıştı.Gümrük vergilerinin yüksek olmaması, yerli ürünlerin yabancı mallarla rekabet edememesine neden olmuş ve sanayileşme gerçekleştirilememiştir. 1929’da  bu sınırlamaların kalkmasıyla devlet, yerli sanayiinin korunması ve geliştirilmesi işini bizzat üstlenmek yolunu seçmiştir.

3-Sermaye birikiminin yetersizliği ve burjuva kesiminin yok denecek kadar zayıf ve güçsüz olmasının devletin ekonomiye müdahalesini kaçınılmaz kılması.

4-Vasıflı işçi ve teknik eleman yetersizliğinin yanı sıra, müteşebbis tipinin hiç olmaması da devleti ekonomiye müdahalede bulunmaya iten bir başka etken olmuştur.

5-Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması çok partili siyasal yaşam için bir deneme olduğu kadar, ekonomik sorunlara ve krizlere karşı da bir arayışın sonucudur. SCF’nın  varlığını sürdürdüğü kısa dönemde halktan yoğun ilgi görmesi,toplumun içinde bulunduğu zor şartların iktidar tarafından anlaşılmasını  sağlamıştır. Bu olaydan sonra hükümet özel sektöre dayalı ekonomik politikasını yeniden gözden geçirmek ve halkın refah düzeyini yükseltmek için ekonomiye müdahale etmek kararını almıştır.

Kısacası, iç ve dış ekonomik ve siyasal gelişmelerin etkisi, cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan hayal kırıklığı,Sovyet deneyinin yarattığı heyecan  ve bağımsızlıktan ödün vermeden kalkınma zorunluluğu Genç Türkiye Cumhuriyetini devletçilik uygulamasına yöneltmiştir. Mayıs 1931’de toplanan CHP’nin üçüncü büyük kurultayında devletçilik ilkesi parti programına alınmış ve tek parti döneminin özelliklerinden dolayı bir devlet politikası haline gelmiştir.

 

Atatürk’ün Devletçilik Anlayışı

Atatürk Türkiye’de ılımlı bir devletçilik uygulamasından yana olmuştur. Atatürk’ün devletçilik anlayışı tamamen Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlardan doğmuştur. Atatürk bu konuda şunları söylemektedir:”Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi,19. asırdan beri sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir.Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye özgü bir sistemdir...Fertlerin özel teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas tutmak;fakat büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve bir çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleketi ekonomik gelişmesini devletin eline vermek.Türkiye Cumhuriyeti Devleti,Türk vatanında asırlardan beri özel teşebbüs tarafından yapılmamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve kısa zamanda yapmaya muvaffak oldu.Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi liberalizmden başka yoldur”1936’da  Atatürk’ün  bu sözleri söylediği yıllarda ,Türkiye’de artık devletçilik  rayına oturmuş ve devlet müdahaleciliği ile kalkınmada önemli adımlar atılmıştır.

Atatürk devletçilik uygulamasını kalkınma için temel koşul olarak öne sürerken, demokrasi ilkesinden ve bireyin haklarından da vazgeçmemiştir.

Atatürk tarafından önerilen ve ılımlı devletçilik diyebileceğimiz bu yaklaşım,doğrudan doğruya emperyalizmin müdahalesine karşı kurulmuş bir savunma sistemidir. Atatürk milli bağımsızlığın sağlam esaslara oturtulması için, ekonomik açıdan tam bağımsız olmak gereğini  görmüş ve bunun için de milli sanayii yabancı rekabetinden korumak için devlet eliyle kalkınmayı önermiştir.Atatürk’e göre devlet,özel teşebbüsün ilgilenmediği,başarılı olamadığı veya gücünün yetmediği alanlarla, toplum çıkarlarının ön planda olduğu alanlara  müdahale etmelidir.Bu yönüyle Atatürk’ün devletçilik anlayışı özel teşebbüse ve özel mülkiyete karşı değildir. Dolayısıyla Atatürk’ün devletçilik anlayışı, Marksist anlamdaki devletin ekonomik faaliyetlerin tümünü organize etmesi anlamına gelmemektedir. Marksizm’de tüm üretim araçları  devletin elinde toplanmakta, her alanda devlet tekelleri oluşturulmakta ve özel mülkiyet ile özel teşebbüse yer verilmemektedir.Oysa Atatürk’ün devletçilik anlayışı, geri kalmış bir toplumda hızlı kalkınmayı hedefleyen ve ülkeyi çağdaş sanayileşmiş ülkeler düzeyine çıkarmayı amaçlayan bir yaklaşımdır.

Atatürk’ün devletçilik anlayışı o yıllarda Batı’da sıkça görülen devlet kapitalizminden de farklıdır.Devlet kapitalizminde, devlet özel teşebbüs yararına ve onun çıkarları doğrultusunda ekonomiye müdahale etmekte ve burjuva sınıfı lehine düzenlemeler yapabilmektedir.Oysa  Atatürk’ün devletçiliği diğer ilkelerden özellikle de halkçılıktan bağımsız düşünülemezdi.Ayrıcalıksız, sınıfsız , kaynaşmış bir kitleyiz söylemi halkçılık ilkesinin bir hedefi iken, bu hedefe ulaşmanın yolu da devletçilikten geçmektedir.Yani ayrıcalıksız ve sınıfsız bir toplum yaratmak için her şeyden önce adaletli bir ekonomik düzen kurmak ve toplumun refah düzeyini yükseltmek lazımdır.Bu  husustaki ciddi çalışmalar da, 1930’dan sonra uygulamaya konan devletçi ekonomik model ile gerçekleştirilmiştir.

Devletçiliğin 1931’de CHP’nin programına girmesiyle birlikte, Türkiye’nin ekonomisinde çok önemli atılımlar gerçekleşmiştir.Devletçilik uygulamasına geçişin en çarpıcı örneği planlı ekonomiye geçilmesidir. 1932 yılında hazırlanmaya başlanılan Birinci Beş Yıllık Sanayii Planı, 1934 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu planın hedeflerini şöyle sıralayabilmek mümkündür:Yerli hammadde kullanmak, tüketim araçlarının üretimine öncelik vermek,yeni fabrikalar kurarken bölgesel dağılıma önem vermek.

I.Beş Yıllık Planda kimya sanayii,demir sanayii, kağıt ve selüloz sanayii, kükürt sanayii,süngercilik, pamuk ve mensucat sanayiine öncelik verilmiştir.Sanayileşmenin yanı sıra  tarım alanında da bu dönemde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.

Devletçilik ilkesi,sonraki yıllarda üzerinde en çok tartışılan ilkelerden biri olmuştur.Özellikle 1950’den sonra dünyada ağırlığını hissettirmeye başlayan liberal  görüşlerin de etkisiyle, devletçilik ilkesinin tersi uygulamalara girişilmiştir.Ancak buna rağmen, Atatürk döneminde temelleri atılan ,teorik ve pratik alt yapısı oluşturulan devletçi model, uzun yıllar Türkiye’nin kalkınmasında önemli rol oynamıştır.