İnkılâpçılık



İnkılâpçılık

İnkılâp, Arapça Kalp kelimesinden gelmekte olup, bir milletin sahip olduğu siyasi, sosyal ve askeri alanlardaki kurumların ,devlet eliyle makul ve ölçülü metotlar çerçevesinde köklü bir biçimde değiştirilmesi olarak tanımlanmaktadır. İnkılâp çoğu zaman ihtilal kelimesi ile karıştırılmaktadır. Oysa ihtilal, inkılabın başlangıç evresini, mevcut otoriteye karşı gelmeyi, zora başvurmayı öngören kısmını ifade etmektedir. Bir inkılâp hareketi genel olarak üç aşamada gerçekleşmektedir.Bu aşamalar:

1-Fikir safhası(Aydınların, düşünürlerin, filozofların fikirlerinin toplum bilincinde kavranması aşamasıdır)

2-Aksiyon veya Eylem safhası (Mevcut sistemin geniş bir halk hareketi ile yıkılması işinin gerçekleştirildiği safhadır.Başka bir ifade ile ihtilal safhasıdır)

3-Yeni bir düzen kurulması safhası(Yıkılan ve bozulan düzenin yerine halkın beklentilerine cevap verebilecek yeni bir sistemin kurulması işinin gerçekleştirildiği safhadır.)

İnkılâpçılık ise; kurucu ve yapıcı bir düşünce ile modern toplum hayatında yeni ilerleme ve gelişmelere imkan hazırlamaya yönelik bir düşünceyi benimsemektir.İnkılâpçılık, Atatürk’ün diğer ilkelerini de içine alan bir genel ve ana ilkedir.Bu anlamda yapılan bütün inkılâplara sahip çıkmayı ifade eder.

Atatürk’ün Inkılâpçılık Anlayışı

Atatürk’e göre Türk inkılâbı, Türk Milletini son asırlarca geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak, yerine milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini sağlayacak yeni müesseseleri  koymak demektir.Atatürk’ün inkılâpçılık anlayışının temelinde Türk Milletini dünya kültür ve medeniyetinden yararlandırma düşüncesi vardır.Atatürk, Türk Milleti’nin ilerlemesinin devam etmesi ve bunu sağlayan ilke ve inkılâpların güvence altına alınması amacıyla İnkılâpçılık ilkesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel prensiplerinden birisi olarak kabul etmiş ve bu ilkeyi de anayasaya koydurmuştur.

Türk inkılâbı aynı anda hem siyasi toplumun temelini ümmet esasından millet esasına çevirmiş, hem meşru siyasi iktidarın temeli olarak kişisel egemenliğe son vererek, millet egemenliğini ilan etmiş, hem dine bağlı (teokratik) devlet yapısının yerine laik devlet yapısını geçirmiş, hem modernleşme ile gelenekçilik arasında bocalamakta olan bir toplumu bu  ikilemden kurtararak Türkiye’nin yüzünü geri dönülmez şekilde çağdaş batı medeniyetine  döndürmüştür. Bütün bunlar yirmi yıldan kısa bir süre içinde olmuştur.

İnkılâpçılık, inkılâbın temel ilkelerinden taviz vermemeyi gerektirir.Çünkü her köklü değişim,toplumun bir kısmını memnun ederken, elbette ki başka bir kesiminin yerleşik menfaatlerine veya inançlarına zarar verecektir.Hele Türk inkılâbı gibi, yüzyıllardır süregelmiş ve modern devlet hayatıyla bağdaşması mümkün olmayan bazı değer, inanç ve geleneklerin tasfiyesine yönelmiş bir kültür inkılâbında ,bazılarının getirilen yenilikleri hiç değilse başlangıçta benimsememeleri, hatta ona karşı aktif direnişe geçmeleri mümkündür. Bu tabii tepkilere karşı inkılâbı kararlılıkla korumak,inkılâpçının görevidir.

 

B-Bütünleyici İlkeler

Bütünleyici ilkeler olarak benimsenen ilkeler, Atatürk İlkelerini çeşitli yönleriyle destekleyen ve tamamlayan ilkelerdir. Bunlar aynı zamanda TC.Devleti ve Türk Milleti’nin dikkat etmesi gereken bazı prensipleri de ortaya koymaktadır.Bu ilkeler:

1)-Milli Egemenlik

a)Milli Egemenlik Nedir?

Egemenlik (Hakimiyet);egemen olma, hakimlik, üstünlük, amirlik manalarına gelmekte ve hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün gücü ifade etmek için kullanılmaktadır. Egemenlik ,devlet kudretinin bir vasfıdır. İç hukukta en üstün kudreti, milletlerarası hukukta da bağımsız bir gücü anlatmaktadır.

Milli egemenlik ise;bir milletin kendi kaderine hakim olarak, kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurması demektir. Yani bir milletin kendi kendini idare etmesi, kendine hükümet edecek heyeti seçmesi  anlamına gelmektedir.İç görünüşü itibariyle demokratik rejimi, yani egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu  ortaya koyarken, dış görünüşü ile de milletin özgür ve bağımsız yaşamasını, yani dışa karşı millet birliğini ve bütünlüğünü ifade etmektedir.

Milli egemenlik düşüncesi ilk defa 18. yüzyılda Fransız düşünürü  Jean  Jaques Rousseau  tarafından ortaya atılmış ve bu yüzyılda despot hükümdarlara karşı fertlerin hak ve hürriyetlerini gerçekleştirip, teminat altına almak için girişilmiş olan mücadele ile başlamıştır.Ancak bu fikrin ortaya çıkması, yani halkın da yönetime katılarak, hükümdarın gücünün sınırlandırılması işi 1215 tarihli Magna Charta’ya dayanmaktadır.

Milli egemenlik bir kişi veya sınıfın egemenliğinden uzak olarak, milletin kendi yönetiminde söz sahibi olması anlamına geldiğinden, milletin genel iradesinin ortaya konmasını sağlar ve iktidarın kayıtsız şartsız millete ait olmasını ifade eder.Bu nedenle demokrasinin temel şartıdır.

 

b)Atatürk’ün Milli Egemenlik Hakkındaki Düşünceleri

Atatürk’e göre egemenlik devlet kavramının özünde var olan siyasi bir nüfuz olup, milleti dışta temsil ve başka milletlere karşı savunma yetkisini içeren bir güçtür.Atatürk milli egemenliği ise;bağımsızlık ve demokrasi olarak algılayarak, emperyalizme, baskıya ve esarete karşı milletin haklarını savunmak olarak değerlendirmiştir.Atatürk’e göre milli egemenlik, devlet ve milletin kaderinde etkin ve hakim olması gereken bir değerdir. Çünkü milli egemenlik  adaletin, eşitliğin, hürriyetin dayanağı ve milletin namusu , haysiyeti, şerefidir. Bu sebeple Atatürk milli egemenlik prensibini devletin temel unsurlarından biri haline getirmeye çalışmıştır. Bundan amaç ise; siyasi, sosyal ve ekonomik yönden yabancı etkilerden uzak, milli iradeden oluşmuş bir toplumun meydana gelmesini sağlamaktır. Sadece bununla da yetinmeyen Atatürk’e göre,toplumda  hürriyetin, eşitliğin, adaletin, istikrarın sağlanması ve korunması ancak tam ve kesin bir biçimde milli egemenliğin gerçekleşmiş bulunmasıyla mümkündür. Dolayısıyla O  milli egemenliği, bu öneminden ve devletimizin sonsuza kadar devam etmesi, memleketimizin kuvvetlenmesi, milletimizin refah ve mutluluğu açısından gereken bir değer olarak görmüştür. Atatürk “milli hakimiyet öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar” sözleriyle, milli egemenlik prensibinin gücünü ortaya koymakta ve devlet hayatındaki önemini vurgulamaktadır.

c)Türkiye’de Milli Egemenlik Prensibinin Gerçekleştirilmesi

Türkiye’de milli egemenlik prensibinin gerçekleştirilmesi, tamamen Atatürk’ün bu konudaki düşünce ve çalışmalarının eseridir. Çünkü I.Dünya Savaşı sonunda İtilâf Devletleri, Osmanlı topraklarını kağıt üzerinde paylaşmışlar ve Türk Milleti’nin siyasi varlığına tamamen son vererek, üzerinde yaşadığı bin yıllık vatanını ufak bir bölge dışında elinden almışlardır. Dolayısıyla bunun doğal sonucu olarak, 1 Kasım 1918’den itibaren Türk vatanının bazı yerleri işgal edilmiş, Türk ordusu dağıtılmış ve ülke içinde çeşitli ayrılıkçı örgütler ayaklanmalar  başlatmışlardır.

Memleketin içinde bulunduğu bu durum karşısında , ilk önce Anadolu ve Trakya’nın çeşitli şehir ve kasabalarında yaşayan vatansever kişiler tarafından, Müdafaa-i Hukuk adı altında direniş örgütleri kurulmaya başlanmıştır. Ancak temelde vatanı kurtarmak amacıyla kurulan bu cemiyetler, farklı düşünceler sebebiyle dağınım durumdadırlar. Bu güçleri birleştirerek, milli ve genel bir uyanış yaratacak bir mücadeleyi  başlatmak lazımdır. M.Kemal  bu düşünceyi gerçekleştirmek için millet egemenliğini dayalı, tam bağımsız  yeni bir Türk Devleti kurma kararıyla Samsun’a çıkmıştır.M.Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla birlikte, Türk tarihinde ilk defa kişisel egemenlikten, milli egemenliğe geçiş süreci başlamıştır. Dolayısıyla, Türkiye’de milli egemenlik prensibinin genel anlamda ilk defa Atatürk’ün önderliğinde girişilen Milli Mücadele yıllarında uygulandığını söyleyebilmek mümkündür.

Kişisel egemenlikten, milli egemenliğe geçiş projesini, Milli Mücadele hareketini başlatarak, uygulamaya koyan Atatürk ,Amasya Genelgesi ile ileriye dönük düşüncelerini açıklamış, “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyerek, milli egemenliğin gerçekleştirilmesi  kararlılığında olduğunu göstermiştir.Devletin kaderinde, milletin söz sahibi olması anlamı taşıyan milli egemenlik prensibinin, Milli Mücadele dönemi boyunca ve daha sonra da üzerinde durulacak en önemli hususlardan biri olduğunu, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde kongreler düzenlenmesinden ve bu kongreler vasıtasıyla halkın istek ve düşüncelerinin  ortaya konmaya çalışılmasından anlamaktayız. Çünkü kongrelerde alınacak olan kararlar, milletin temsilcilerinin görüşleri doğrultusunda ortaya çıkacaktı.Bu da milletin girişilecek olan mücadelede söz sahibi yapılması demekti. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde alınan “Kuva-yı Milliye’yi âmil ve milli iradeyi hakim  kılmak  esastır” kararının , Türkiye’de milli egemenliği tesis etmek için alındığı bunun delilidir.Bu çerçevede Atatürk’ün Sivas’ta yayınlanmasına öncülük ettiği gazetenin  “ İrade-i Milliye”, Ankara’da  Şubat 1920’de yayınına başlanan gazetenin de “Hakimiyet-i Milliye” adını taşıması milli egemenliği gerçekleştirmek çabalarının bir yansımasıdır.

Türkiye’de milli egemenliğin gerçekleştirilmesi konusunda atılmış en önemli adımlardan biri de ilk TBMM’nin açılmasıdır.TBMM’nin açılmasıyla artık milli egemenlik prensibi, resmen ve fiilen gerçekleştirilmiştir.Böylece millet kendi geleceğini , kendisi belirleme imkanına kavuşmuştur. Bunda en büyük pay, hiç şüphe yok ki Atatürk’ündür.

Atatürk, TBMM’ni açarak en büyük ideallerinden biri olan milli egemenlik prensibini, devletin temel  unsurlarından biri haline getirmiş,” Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir” ifadesinin anayasada yer almasıyla hem, diktatörlüğe karşı bütün kapıları kapatmış, hem de milli egemenlik prensibini hukuki anlamda güvence altına almıştır.

Böylece milli egemenlik ilkesi, Atatürk’ün kurduğu TC’nin temel unsurlarından biri haline gelmiştir. Bu ilke devlet yönetiminde en üstün gücün millete ait olduğunu ortaya koyması sebebiyle cumhuriyetçilik ilkesini bütünlemektedir.

 

2-Milli Bağımsızlık

Bağımsızlık; bir devletin bir başka devlete veya uluslar arası bir kuruluşa tâbi olmaması,ya da bağlı olmaması demektir.

Milli bağımsızlık ise; bağımsızlığın milletçe benimsenmesi ve amaç edinilmesidir

Türk Milleti karakteri  itibariyle , tarihinin her devresinde tam bağımsız yaşamaya özen göstermiş  ve bu uğurda canını feda etmekten kaçınmamıştır. Bu çerçevede Milli Mücadele döneminde de bütün zorlukları göğüsleyerek, büyük bir milli mücadeleye girişmiş, tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmayı başarmıştır.Milli Mücadele “Ya bağımsızlık, ya ölüm” parolasıyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Atatürk’ün bağımsızlık anlayışı ,  kayıtsız,şartsız tam bağımsızlık fikrine dayanmaktadır. Milli Mücadele döneminde “ ya bağımsızlık, ya ölüm” düşüncesiyle hareket eden Atatürk, uyguladığı dış politikanın esasını da yine tam bağımsızlık anlayışına dayandırmıştır. Atatürk’e göre tam bağımsızlık; siyasi, ekonomik, askeri, kültürel ve akla gelebilecek her alanda tam bağımsız olma anlayışına dayanmaktadır.Bunlardan birinin eksikliği halinde Atatürk’e göre millet ,tam bağımsızlıktan uzaklaşmış olacaktır.

3-Milli Birlik ve Beraberlik

Milli birlik ve beraberlik; milletçe birliği, beraberliği ve bir arada yaşamayı ve bütünlüğü ifade etmektedir. Bu ilke aynı zamanda Türk Milletini oluşturan insanların, karşılıklı sevgi ve saygı duygusuyla birbirine bağlanmasını ve ortak amaçlara yönelmiş olarak varlığını devam ettirmesini amaçlamaktadır.

Milli birlik ve beraberlik, her şeyden önce milli devletin gerçekleşme vasıtasıdır. Bunun bilincinde olan Atatürk, yeni Türk Devleti’nin milli bir devlet olmasını sağlamaya çalışırken,  bu ilkenin  yurttaşlar  arasındaki  bütünleştirici ve kaynaştırıcı özelliğinden yararlanmıştır. Atatürk’e göre, milli mevcudiyetin temeli,milli şuurda ve milli birlikte bulunmaktadır.

TC’nin kuruluşundan itibaren Atatürk’ün çok önem verdiği milli birlik ve beraberlik ilkesinin temelini, bütün vatandaşların, hangi din, mezhep ve ırktan gelirlerse gelsinler, hepsinin Türk olduğu düşüncesi oluşturmaktadır.

İlk defa Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Misak-ı Milli kararlarında dile getirilmiş olan milli birlik ve beraberlik ilkesi, gerek Milli Mücadele yıllarında, gerekse  cumhuriyet devrinde vazgeçilmez önemli ilkelerden birisi olarak kabul edilmiştir. TC. Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez olduğu düşüncesinden hareket eden bu ilke, milliyetçilik ilkesini bütünlemektedir.

Atatürk ilkelerini bütünleyen bu üç ilkenin yanı sıra,”Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”,devlet ve toplum hayatında akıla ve bilime yer vermeyi öngören “Bilimsellik ve Akılcılığı”, çağdaşlaşmayı hedefleyen “Çağdaşlaşma ve Batılılaşmayı”, “İnsan ve İnsanlık Sevgisini”de bütünleyici ilkeler arasında sayabilmemiz mümkündür.

Yorum bölümü sadece üyelerimize açıktır...

Top