İnkılap tarihi

ATATÜRKÇÜLÜK

Temel esasları Atatürk tarafından belirlenen; devlet hayatına, fikir hayatına ve ekonomik hayata, toplumun temel kurumlarına, devletin rejimi ve işleyişine ilişkin gerçekçi fikirlere ve ilkelere Atatürkçülük denir.

Atatürkçülük; Türk milletinin, bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması; devletin, millet egemenliği esasına dayandırılması, aklın ve ilmin rehberliğinde, Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması amacını hedef alır.

II. Dünya Savaşı Öncesi;

  • Avrupa’da 1933’ten sonra silahlanma süreci başlamış
  • Boğazlar Komisyonu üyesi İtalya Habeşistan’a saldırmış
  • Almanya askersiz bölge ilan edilen Ren bölgesine asker göndermiş
  • Japonya Mançurya’ya saldırmış
  • Avrupa’daki gelişmeler Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmiştir.

Bu gelişmeler üzerine Türkiye Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Boğazların statüsünün yeniden görüşülmesini istedi. Avrupalı devletler savaş öncesi Boğazların egemenliğinin Türkiye’ye verilmesinin çıkarlarına uygun düşeceğinden Montrö Sözleşmesi’ni imzalamakta sakınca görmediler.

20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Buna göre;

-        Boğazlar Komisyonu kaldırıldı, komisyonun görevi Türkiye’ye devredildi.

-        Boğazlar ve çevresinde, Türkiye’nin istediği kadar asker bulundurması kabul edildi.

-        Barış zamanı yabancı ticaret gemileri Boğazlardan serbestçe geçebilecekti.

-        Savaş durumunda ise Boğazların kullanımı belirli kurallara bağlandı (Boğazlardan geçecek savaş gemilerinin önceden Türkiye’ye haber verilmesine, savaş sırasında yabancı savaş gemilerinin Boğazlardan geçiş izninin Türkiye’ye verilmesine karar verildi).

-        Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin savaş gemilerinin geçişi uluslar arası hukuk kurallarına göre düzenlenecekti.

NOT: Bu sözleşmeye ile Boğazlar üzerinde Türk Devleti’nin egemenlik haklarını zedeleyen bütün sınırlamalar kaldırılmış, Boğazlar üzerinde kesin egemenlik sağlanmış, Boğazların durumu Misak-ı Milli’ye göre düzenlenmiştir.

1. Sadabat Paktı (8 Temmuz 1937)

Oluşma Nedenleri: 1935 yılında İtalya’nın Habeşistan’a saldırması, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da güvenliği tehlikeye düşürdü.

Amaç: Yakındoğu’da barış ve güvenliğin sağlanması istendi.

8 Temmuz 1937 ‘de Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında imzalandı.

Türkiye Doğu ve Güneydoğu sınırlarını güvence altına aldı. Bu paktı imzalayan devletler, Orta Doğu’da barış ve güvenliği sağlamak suretiyle dünya barışına hizmet etmeyi kabul ediyorlardı.

NOT: Sadabat Paktı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra önemini yitirdi.

2. Hatay Sorunu (30 Temmuz 1939)

Türkiye-Suriye sınırı, 20 Ekim 1921’de Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile belirlendi. Buna göre Hatay Fransa yönetiminde bulunan Suriye’ye bırakıldı.  Ancak Hatay’da özerk bir yönetim kuruldu, burada yaşayan Türklere geniş haklar tanındı. Hatay’da Türk kültürünün devam etmesine izin verilecek, okullarda Türkçe eğitim verilecek ve Hatay’da Türk parası geçerli olacaktı.

Avrupa’daki gelişmeler karşısında (II. Dünya Savaşı) Fransa, 1936’da Suriye üzerindeki manda yönetimini kaldırdı. Suriye Hatay üzerinde hak iddia etmeye başladı.

Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Hatay’ın geleceğine, Hatay’da oturanların karar vermesini istedi. Halk oylaması Fransa tarafından da kabul edildi. Yapılan halk oylaması sonucunda Bağımsız Hatay Devleti kuruldu (2 Eylül 1938). Hatay Türk Devleti Meclisi, Tayfur Sökmen’i cumhurbaşkanlığına, Abdurrahman Melek’i başbakanlığa seçti.

Hatay Türk Devleti Meclisi 29 Haziran 1939’da Hatay’ın anavatana katılmasını oybirliğiyle kabul etti. TBMM 30 Haziran 1939’da Hatay’ın anavatana katılmasını kabul etti.

NOT: Türkiye’nin ilk dış başarısı Hatay’ın anavatana katılmasıdır. Lozan Antlaşması’ndan sonra Misak-ı Milli sınırlarımız içinde kalan tek yer Hatay’dır.

 

1. Kılık Kıyafet Kanunu (3 Aralık 1934) ve Şapka Kanunu (25 Kasım 1925) 

Kılık kıyafet insanların hayat tarzlarını ve kültürlerini yan­sıtır. Osmanlı Devleti zamanında giyimde birlik yoktu. Osmanlı devletinde giyim kuşam her milletin kendi örfüne göre düzenlenirdi. II. Mahmut devlet adamları ve askerler arasında kıyafet birliği sağlamaya çalıştı.

M. Kemal, Türk insanının çağdaş bir görünüm kazanması ve giyimde birliğin sağlanması için çalışmalar yaptı. Ata­türk Kastamonu'ya yaptığı gezide şapkayı tanıttı. 25 Ka­sım 1925'te de şapka kanunu çıkarıldı.

1934 yılında çıkarılan başka kanunla da din adamlarının, ibadet yerlerinin dışında dini kıyafetle gezmesi yasaklan­dı. Sadece en büyük din görevlileri kıyafeti ile dolaşabilecekti. (Diyanet İşleri Başkanı, Rum ve Ermeni Patrikleri, Hahambaşı gibi)

Kadınlarla ilgili herhangi zorlama ve kanun çıkarılmadı, Türk kadını çarşaf ve peçeyi atıp zamanla modern kıyafeti benimsediler.

NOT: Kılık-kıyafet düzenlenmesi çalışmaları çağdaşlaşma ile ilgilidir.

 

2. Takvim saat ve ölçülerde değişiklik  

Batılı ülkelerle olan ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek, resmi ilişkileri kolaylaştırmak ve ticari ilişkilerde birlik sağlamak amacıyla bazı düzenlemeler yapıldı.

- Hicri ve Rumi takvim yerine Miladi Takvim kabul edildi (26 Aralık 1925). 1 Ocak 1926’dan itibaren uygulandı.

- Alaturka saat yerine (güneşin batışına göre ayarlanan) uluslar arası alafranga saat sistemi kabul edildi; gün, gece yarısından başlatıldı ve yirmi dört tane saat dilimine ayrıldı.

- Ağırlık ve uzunluk ölçüleri değiştirildi. Okka, kile ve dirhem yerine kilogram ve litre, arşın ve endaze yerine metre kabul edildi (26 Mart 1931).

- Hafta tatili Cuma gününden cumartesi öğleden sonra ve pazara alındı (1935).

Bu yeniliklerle iç piyasada alışveriş canlanırken, milletle­rarası ticarette büyük kolaylık sağlandı. Ticaret ve ekonomi alanlarında işlemler kolaylaştırıldı.

 

3. Tekke ve Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)

Tarikat; tanrıya ulaşmak için izlenen yolların her birine denir. Tekke; tarikat üyelerinin toplandığı eğitim yerleridir. Zaviye; tekkenin daha küçüğüdür.

Tekke ve zaviyeler Osmanlı devletinde tarikatların faali­yet yaptığı yerlerdi. Osmanlı devletinin son zamanlarında Tekke ve zaviyeler esas görevlerinden uzaklaştılar. Hal­kın din duygularının istismar edildiği yerler haline geldi. Ulusal egemenlik anlayışına karşı idiler. Din işlerinin yanında siyasi alanda da etkili bir duruma gelmişlerdi. Atatürk ilke ve inkılâplarına ters düşüyor, milli birlik ve bütünlüğe zarar veriyorlardı. Laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinde böyle kuru­luşların yeri olamazdı.

30 Kasım 1925'te çıkarılan bir ka­nunla Tekke ve Zaviyeler kapatıldı. Şeyh, derviş, mürit, dede gibi un­vanlar da yasaklandı.

NOT:Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması toplumun laikleşmesi yolunda atılan önemli bir adımdır.

 

HUKUK VE AİLE:

Hukuk vatandaşların devletle ve birbirileriyle olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünüdür.

1- 1921 Anayasasının Kabulü (Teşkilat-I Esasiye) 20 Ocak 1921

— Yeni Türk devletinin ilk anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye 20 Ocak 1921 tarihinde TBMM’de kabul edilmiştir. Bu anayasa kısa ve öz olarak hazırlanmıştır. Çünkü bu dönemde Kurtuluş Savaşı devam ediyordu. Bu anayasa daha çok TBMM’nin Anadolu’daki etkinliğini sağlamak amacıyla hazırlanmıştır.

— 1921 Anayasası’nda “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.” Maddesi ile ilk defa millet devlet yönetiminde yasal olarak söz ve karar sahibi olmuştur. TBMM’nin üstünde bir güç olmadığını vurgulamıştır.

—1921 Anayasası’na göre Güçler Birliği ilkesi kabul edilmiştir. Buna göre kanun yapma, yürütme yetkisi ve yargı milletin tek temsilcisi olan TBMM’ye verilmiştir. Bu madde Kurtuluş Savaşı yıllarında daha çabuk karar alabilmek için uygulanmıştır.

—1921 Anayasasında devletin şekliyle ilgili bir hüküm yoktur. Millî egemenlik anlayışının doğal sonucu olan cumhuriyet adının konması sonraya bırakılmıştır.

— Seçimlerin 4 yılda bir yapılması hükme bağlanmıştır.

— 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilân edilince 1921 Anayasası’na “Türkiye devleti bir Cumhuriyettir” maddesi eklenmiştir.

 

2- 1924 Anayasası

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra hazırlanmıştır. 1924 Anayasası’nda ulusal hâkimiyet, TBMM’nin üstünlüğü, tek meclis ve “Güçler birliği ilkesi”, Cumhurbaşkanı’nın ve milletvekillerinin TBMM’den ve 4 yıl için seçilebileceği, üst üste aynı kişinin Cumhurbaşkanı seçilebileceği, yargı hakkının bağımsız mahkemelerde olduğu, Cumhuriyet rejiminin değişmezliği ve Danıştay’ın kurulması, seçme ve seçilme hakkının yalnız erkeklere tanınması gibi maddeler vardı. “devletin dini İslam, dili Türkçe ve başkenti Ankara’dır” maddesi yer almıştır. Devletin dininin belirtilmesi bu anayasanın laik olmadığını gösterir.

1924 Anayasası’nda da 1960 yılına kadar düzenlemeler olmuştur.

1924 Anayasası’nda Yapılan Değişiklikler

  1. 1928 yılında “devletin dini İslam’dır” maddesi çıkarıldı.
  2. 5 Aralık 1934 yılında kadınlara seçme-seçilme hakkı tanındı.
  3. 5 Şubat 1937 yılında CHP’nin “altı oku” Anayasaya alındı.
  4. Çiftçilerin topraklandırılması ve ormanların devletleştirilmesine ilişkin hükümler yer aldı.

NOT:1924 Anayasası’nda yargı biçimsel olarak bağımsız hale getirilmiş, bu nedenle güçler birliği devam etmiş. Güçler ayrılığı sistemi gerçek anlamda 1961 Anayasası ile kabul edilmiştir.

 

 

3- Türk Medeni Kanununun Kabulü (17 Şubat 1926)  

Kişilerin hakları, borçları, aile kurması, bunun işleyişi, evlenme, boşanma, miras ve kişilerin birbiri ile ilgili işlemleri medeni hukuk kapsamındadır.

Osmanlı Devleti’nde hukuk kuraları din kurallarına ve örfe dayanıyordu. Hukukta birlik yoktu. Avrupa devletlerinde modern hukuk kuralları uygulanırken Osmanlı Devleti’nde Tanzimat döneminde dini ve örfi kurallara dayalı “MECELLE” adı verilen kanun hazırlanmıştı. (Ahmet Cevdet Paşa tarafından) Mecelle toplumun ihtiyaçlarına cevap veremediği için 17 Şubat 1926 İsviçre Medeni Kanunundan alınarak bir medeni kanun hazırlandı. 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girdi.

İsviçre Medeni Kanunu’nun Alınma Nedenleri

  • Avrupa’da kabul edilen en son medeni kanun olması
  • En zor sorunlar karşısında bile akılcı ve pratik çözümler getirmesi
  • Türk toplumunun örf ve hukukuna uygun olması
  • Kanunda yer alan ifade ve kavramların açık olması
  • Yeni bir medeni kanunun hazırlanmasının uzun sürmesi

Medeni Kanun’un Getirdiği Yenilikler

  1. Aile hukukunda kadın-erkek eşitliği sağlandı. 
  2. Resmi nikâh ve tek kadınla evlilik esası kabul edildi. 
  3. Boşanma hakkı kadına da verildi. 
  4. Tek kadınla evlilik kararlaştırılmış, modern Türk ailesi kurulmuş. 
  5. Mirasta kadın erkek eşitliği sağlandı. 
  6. Mahkemelerdeki şahitlikte kadın erkek eşitliği getirildi. 
  7. Kadınlara istediği mesleğe girebilme hakkı tanındı. 
  8. Boşanma durumunda çocukların hakları güvence altına alındı. 
  9. Patrikhanenin din işleri dışında başka işlerle uğraşması yasaklanmıştır. 

10. Patrikhane ve konsoloslukların mahkeme kurmaları yasaklanmıştır. 

NOT:Medeni Kanun ile kanunlar TC’nin bütün vatandaşlarına uygulanmış, hukukta birlik sağlanmış, vatandaşlar arasında din ve mezhep farkı gözetilmemiştir.

NOT: Türk Medeni Kanunu, kadınlara siyasi haklar vermemiştir.

4.Türk Kadınlarına Siyasal Hakların Verilmesi

-        3 Nisan 1930 yılında belediye seçimlerine,

-        26 Ekim 1933 yılında muhtarlık seçimlerine,

-        5 Aralık 1934’te milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.

NOT: Türk kadınları, birçok Avrupa ülkesindeki kadınlardan daha önce siyasi haklar elde etmişlerdir.

Hukuk alanında diğer yenilikler:

Türk Ceza Kanunu: İtalya’dan alınıp hazırlanmıştır.

Borçlar Kanunu: İsviçre’den alındı.

Türk Ticaret Kanunu: Almanya’dan alındı.

 

Kabotaj Kanunu

Ülkemizde Cumhuriyetten önce ticaretin çoğunluğu gayrimüslimler tarafından yürütülüyordu. Deniz taşımacılığının çoğu da gayrimüslimlerde idi. Cumhuriyetin ilanından sonra liman, tersane vs. millileştirilmesi amacıyla 19 Nisan 1926’da Kabotaj Kanunu çıkarıldı. 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren bu kanunla Türk kıyılarında deniz taşımacılığı, limanlar arasında gemi işletmeciliği ve taşımacılığı Türk vatandaşlarına ve Türk bayrağı taşıyan Türk gemilerine verildi. Türk kara sularında yalnız Türk gemileri yolcu ve mal taşıyabilecekti.

Harf İnkılâbı’ndan Millet Mektepleri’ne

Yeni harflerin kabulü (1 Kasım 1928):

Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur, Kiril, Arap, Latin alfabelerini kullanmışlardır.

Türkler İslam’ı kabul edince eski alfabelerini bırakıp Arap harflerini kullanmaya başladılar. Arapça Türkçenin ses yapısına uygun değildi, öğrenilmesi, okuması ve yazması zor bir dildi. Türk insanına uymuyordu. Bu nedenle okuma-yazma bilenlerin sayısı azdı.

Eski Osmanlıcanın okumadaki güçlükleri, okur-yazar ora­nını düşürmüştü. Mustafa Kemal okuma yazmanın yay­gınlaştırılması ve çağdaşlaşma için Latin alfabesinin kul­lanılmasını istiyordu. Latin harflerinden yararlanılarak, Türk dilinin yapısına uygun Türk alfabesi hazırlandı, 1 Kasım 1928'de kabul edildi.

Yeni Türk alfabesini tanıtmak ve okuma yazmayı yaygınlaştırmak amacıyla Millet Mektepleri açıldı. M. Kemal başöğretmen seçildi (24 Kasım 1928)

Mustafa Kemal okur-yazar oranını arttırmak ülkeyi cehaletten kurtarmak için 7’den 70’e herkese okuma öğretmek için Mahalle Mektepleri’ni kurdurmuş. Buralarda halkın okuma yazma öğrenmesi için çalışmalar yaptırmıştır.

Bütün bu çalışmalar sonucu toplumda okur-yazar oranı hızla artmıştır.

 

Mili Kültürümüz Aydınlanıyor:

Türk Tarih Kurumunun (TTK) açılması (15 Nisan 1931) 

Osmanlı Devleti’nde sadece Selçuklu ve Osmanlı tarihiy­le birlikte İslam tarihi okutuluyordu. (Tarih anlayışı üm­metçi). Mustafa Kemal, Türklerin İslamiyet'ten önce de büyük devletler kurduğunu belirterek Milliyetçilik esasına dayalı Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Daha sonra cemiyet Türk Tarih Kurumu adını aldı.

Amaçları;

  • Türk tarihinin doğru kaynaklara ve belgelere dayanarak araştırılması ve gün ışığına çıkarılması
  • Türk tarihinin milliyetçilik esaslarına göre araştırılması
  • Türk milletine milli bilinç ve birlik duygusunu aşılamak
  • Avrupalıların Türk vatanı üzerindeki yalan yanlış iddialarını çürütmek
  • Türk tarihini gençlere öğreterek sevdirmek ve Türklerin kökenin araştırılması

NOT: TTK’nın kurulması ile ümmetçi tarih anlayışı yerini ulusal tarih anlayışı almıştır. İslam öncesi tarih araştırmacılığı başlamış, Anadolu’nun eski tarih ve uygarlığı araştırılmış, arkeoloji ve müzecilik gelişmeye başlamıştır.

 

Türk Dil Kurumunun  (TDK)Açılması (12 Temmuz 1932) 

Osmanlı Devleti’nde Osmanlıca ve Türkçe dilleri konuşuluyordu. Ülkede farklı diller konuşulduğundan dil birliği yoktu. Osmanlıca ağır bir dildi. Mustafa Kemal Türkçeyi yaban­cı dillerin etkisinden kurtarmak amacıyla Türk Dil Kurumu­’nu kurdu.

Amaçları;

  • Türkçeyi yabancı dillerin etkisinden kurtararak geliştirmek
  • Türk dilinin zenginliğini araştırmak
  • Dilde sadeleşmeyi ve millileşmeyi sağlamak
  • Türkçeyi diğer diller arasında hak ettiği yere getirmek
  • Konuşma, yazı ve bilim dili arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmaktır

NOT: Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun kurulması mil­liyetçilik ilkesine yönelik inkılâplardır.

Atatürk hastalanınca İş Bankası payından Türk Dil ve Tarih kurumlarına eşit miktarda pay bırakmıştır. Bu da M. Kemal’in Türk kültürüne verdiği değeri gösterir.

Bir Cumhuriyet Kenti: M. Kemal Ankara’nın Cumhuriyete yakışır bir şehir olması için çabalar harcamıştır. Ankara’da fakülteler, üniversiteler kurmuş, şehrin planlı gelişmesi için yarışma düzenlemiş, 1928 yılında. Yarışmayı Alman Mimar Hermann Jansen (Herman Yansen) kazanmıştır. Ankara’nın gelecek 50 yılı düşünülerek 300 bin nüfuslu şehir planı yapmıştır. Ankara’yı bahçelerle yeşilliklerle kaplı bahçe şehir olarak planlamıştır.

 

Çağdaş Üniversite yolunda:

-        Yüksekokul olarak Ankara Hukuk Mektebi (1926-Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan ilk okuldur)

-        Fakülte olarak Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (1933)

-        Üniversite olarak İstanbul Üniversitesi kuruldu (1933)

-        Yüksek Ziraat Enstitüsü, Güzel Sanatlar Akademisi ve Devlet Konservatuarı açıldı (1934)

Osmanlı zamanında kurulan Darülfünun (İstanbul üniversitesi) çağın gereklerine uygulanması için M. Kemal İsviçreli bilim adamı Malche’den rapor istemiş.

1 Kasım 1933’te Mecliste üniversite reformlarını açıklamış bu doğrultuda Darülfünun yerine modern eğitime uygun olan İstanbul Üniversitesi açılmıştır. Tıp, hukuk, fen ve edebiyat fakültesi ve sekiz enstitüden oluştu. Dışarıdan getirilen öğretim üyeleri ile de modern ve bilimsel eğitim başlatıldı. İstanbul Üniversitesi kendinden sonra açılacak üniversiteler örnek oldu.

 

Devlet Toplum El Ele:

Milli Mücadelen çıkan halkın sağlık sorunlarını çözmek için 1892’de kurulmuş olan Aşı Evleri kaldırılarak yerine 1928 yılında “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü” kuruldu. İlk Hıfzıssıhha Enstitüsüne Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın adı verildi.

Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde; serum üretimi (1932), çiçek aşısı (1934) ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye getirildi, kuduz serumu (1937) üretilmeye başlandı.

Verem o dönemde yaygın bir hastalıktı. Bu amaçla: 1923’te Behçet Uz’un girişimiyle İzmir Veremle Mücadele Cemiyeti; 15 ağustos 1924’te İstanbul’da Sanatoryum; 1925’te İzmir’de veremle mücadele için ilk Dispanser; 1927’de İstanbul Veremle Mücadele Cemiyeti; 1930’da “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” çıkarıldı. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile veremlilerin ihbar edilmesi ve önlem alınması ile ilgili kanundur.

Behçet hastalığını ilk kez 1937 yılında Hulusi Behçet tanımladığı için hastalık onun adıyla anılır.

Kurulan diğer kurumlar: Kızılay, Yeşilay, Verem Savaş Dernekleri Çocuk Esir­geme Kurumu gibi sosyal kuruluşlar kuruldu.

 

Modern Tarımın Doğuşu:

Tarım milli ekonominin temeli kabul ediliyordu. Bu alanda gelişme sağlamak için köylünün durumunu iyileştirmek gerekiyordu. Bu amaçla yeni kurulan devlet şu tedbirleri aldı.

v  Aşar vergisi kaldırılarak köylünün ekonomik bakımdan rahatlaması sağlandı (1925).

v  Köylüye ucuz kredi vermek amacıyla Ziraat Bankası kuruldu.

v  Tarım Kredi Kooperatifleri kurularak kooperatifleşme sağlandı.

v  Üretimi artırmak amacıyla tohum ıslah çalışmaları ya­pıldı.

v  Yüksek Ziraat Enstitüsü ve Ziraat Fakülteleri açıldı.

v  Tohum ıslah istasyonları kurularak örnek çiftlikler açıldı (köylünün iyi tohum ihtiyacı karşılanmaya çalışıldı).

v  Köylüye tohum ve tarım makineleri yardımı yapıldı.

v  Toprak Reformu Kanunu çıkarıldı (1929), ancak beklenen başarı sağlanamadı.

v  Ankara’da Veteriner Yüksek Okulu açıldı (1927).

v  Yeni ürünlerin üretimine geçildi (çay, şeker pancarı, turunçgiller)

Atatürk Orman Çiftliğinin Kuruluş amacı:

-        Örnek çiftlik kurarak çiftçilere örnek olmak.

-        Bazı bitkileri yetiştirerek çiftçilere örnek olarak göstermek.

-        Ziraat konusunda uygulamalı eğitim yapmak.

-        Ankara Yüksek Ziraat Okuluna gelecek gençlere staj yaptırmak.

-        Eğlenme ve dinlenme alanı oluşturmak.

 

Az Zamanda büyük İşler Yaptık

Mustafa Kemal Cumhuriyetin 10. Yılında yaptığı konuşmada kısa zamanda ne kadar büyük işler yaptığını Onuncu yıl Nutku’nda dile getirmiştir. Ülkemizin kısa sürede toparlanıp gelişmekte olduğunu ve ülkemizin hedefinin Çağdaş uluslar seviyesine çıkması gerektiğini vurgulamıştır konuşmasında.

 

Sanat ve Spor

Atatürk sanat ve spora çok büyük önem vermiştir. “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, Bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız.” Sözü ile sanata verdiği önemi vurgulamış.Ülkemizde müzik resim heykel gibi sanat dallarının gelişmesi için elinden gelen çabayı göstermiş. Güzel sanatlarla ilgili okullar açılmasını sağlamıştır. 

“Spor, yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlak da bu işe yardım eder. Zekâ ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zekâ kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.” diyerek spora verdiği önem ve sporcunun nasıl olması gerektiğini vurgulamıştır.

M. Kemal, 1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara, İzmir ve İstanbul’da konservatuarlar açılmasını sağlamıştır.

 

Çağdaş Türk Kadını

Kadın hakları daha çok 19. Yüzyıldan sonra dünyada yankı bulmaya ve gelişmeye başlamıştır. M. Kemal Kurtuluş Savaşında Mehmetçikle birlikte savaşan Türk kadınını her zaman önemsemiş. Çağdaş Türkiye’de kadının erkekle eşit haklara sahip olabilmesi için çalışmıştır. Medeni kanun, Belediye seçimlerine ve milletvekilliği seçimlerine katılabilmesi için çalışmış. Türk kadını çoğu Avrupa kadınından önce seçme seçilme hakkını elde etmiştir.

M. Kemal aşağıdaki sözleri ile Anadolu kadınına verdiği önemi vurgulamıştır: “Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.”

 

Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)

Osmanlı toplumunda soyadı yoktu. Genellikle insanlar la­kapları, aile unvanları ve doğduğu yerlere göre anılıyorlardı. Bu durum res­mi işlerin (tapu, okul, askerlik, mahkeme, miras gibi) yürütülmesinde büyük zorluklar doğuruyordu. Bu karışıklıkları önlemek, kişilerin birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerinde kolaylık sağlanması amacıyla 21 Haziran 1934'de Soyadı Kanunu çıkarıldı. Bu kanuna göre; her aile bir soyadı alacak, soyadları Türkçe olacak, rütbe, memurluk, yabancı ırk, millet adları ile ahlaka aykırı ve gülünç kelimeler soyadı olarak kullanılamayacaktı. Aynı yıl kabul edilen başka bir kanunla; Molla, Hoca, Hacı, Hafız, ağa, hoca efendi, bey, paşa, hanım, hanımefendi vb. gibi unvanlar yasaklandı. Çünkü bu unvanlar halkı sınıflara ayırarak sanki ayrıcalıklı konumuna taşıyordu. Amaç halk arasında eşitliği sağlamaktır. Aynı kanunla, eski Osmanlı idarecilerinin verdiği tüm nişan, madalya ve rütbeleri taşımak yasaklandı.

Soyadı Kanunu’yla sosyal hayat düzene ve rahatlığa ka­vuştu. Soyadı Kanunu, Halkçılık ilkesi doğrultusundadır. Çağdaşlaşmaya yöneliktir.

NOT: TBMM, Mustafa Kemal'e de Atatürk, İsmet Paşa’ya ise İnönü so­yadını verdi.

Ticaret Alanında Gelişmeler

-  Kapitülasyonlar kaldırıldı.

-  Ticari kredi vermek için İş Bankası kuruldu (1924-ilk özel banka).

-  Yabancı kuruluşlar ulusallaştırıldı.

-  Kabotaj Kanunu çıkarıldı (1 Temmuz 1926-Türk sularında ticaret hakkının Türklere geçmesi)

Sanayi ve Madencilik Alanında Gelişmeler

-  Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarıldı (28 Mayıs 1927). Bu kanun ile özel teşebbüs teşvik edildi. Ancak halkın elinde yeterli sermaye olmadığından devletçilik ilkesi uygulandı.

-  Yabancı mallara yüksek gümrük uygulaması getirildi (1929-ülkedeki sanayiyi dış rekabete karşı korumayı amaçlar).

-  I. Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlandı (1934–1939), özel teşebbüsün gerçekleştiremeyeceği yatırımlar devlet eliyle yapılmaya başlandı (II. Beş Yıllık Kalkınma Planı II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulanamamıştır).

-  Dış bağımlılıktan kurtulmak için üç siyah (kömür, demir, akaryakıt) ve üç beyaz (un, şeker, pamuk) üretimine geçildi.

-  Karabük ve Ereğli Demir Çelik Fabrikası (1939), Sümerbank, İzmit Kâğıt Sanayi, Paşabahçe Cam, Beykoz Deri Fabrikaları gibi pek çok tesis açıldı.

-  Yer altı zenginliklerini ortaya çıkarmak amacıyla Maden Tetkik Arama (MTA) kuruldu (1935).

-  Çıkarılan madenlerin işletilmesi için Etibank kuruldu.

 

Bayındırlık ve Ulaştırma Alanlarındaki Gelişmeler

-  Savaşlar sırasında zarar gören şehirler yeniden imar edildi.

-  Yeni okul, hastane ve kamu binaları yapıldı.

-  Yeni yollar, demiryolları, köprüler, limanlar ve hava alanları yapıldı, eskiler ulusallaştırıldı.

Siyasi Alanda İnkılâplar

Hukuk Alanında İnkılâplar

Eğitim ve Kültür Alanında İnkılâplar

Toplumsal Alanda İnkılâplar

Ekonomi Alanında

İnkılâplar

- Saltanatın kaldırılması (1922)

- Ankara’nın başkent olması (1923)

- Cumhuriyet’in

ilanı (1923)

- Halifeliğin kaldırılması (1924)

- Çok partili rejim denemeleri

- 1921 ve 1924

Anayasası

- Türk Medeni   Kanunu (1926)

- Türk Ceza Kanunu

- Borçlar kanunu

- İcra ve İflas kanunu

 

- Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924)

- Medreselerin kapatılması (1926)

- Harf İnkılabı (1928)

-TTK’nın açılması (1931)

-TDK’nın açılması  (1932)

- Üniversitelerin açılması

- Tekke ve Zaviyelerin kapatılması (1925)

- Şapka Kanunu (1925)

-Miladi takvim ve ulusal saatin kabulü (1925)

- Ölçü ve tartılarda değişiklik (1931)

- Soyadı Kanunu (1934)

- 1930 Kadılara belediye seçimlerine katılması

-1934 kadınların milletvekili seçilebilmesi

- İzmir İktisat Kongresi (1923)

- Aşar Vergisinin kaldırılması 1925

-Kabotaj Kanunu 1926

- Teşvik-i Sanayi Kanunu 1926

- 1934 Birinci Kalkınma Planı

- 1937 İkinci Kalkınma Planı

 

Mustafa Kemal Atatürk Dönemi Yapılan Devrimler ve Yenilikler | izlesene.com

ATATÜRK DÖNEMİ DIŞ POLİTİKA (1924–1939)

Atatürkçü Düşüncede Milli Dış Politika

  1. Bağımsızlığımızı her şeyin üstünde tutmak,
  2. Milli gücümüze dayanmak,
  3. Milli sınırlarımız içinde kalmak,
  4. Gerçekleştiremeyeceğimiz emeller peşinde koşmamak,
  5. Milletlerarası ilişkilerde eşitliğe dayanan karşılıklı dostluklar ve ittifaklar kurmak,
  6. Milli politikayı yürütürken her zaman iç teşkilatı dikkate almak,
  7. Diğer devletlerin iç politikalarından ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek,
  8. Dış politikada, diplomaside bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak kullanmak,
  9. Dünyadaki gelişmeleri göz önünde tutmak.

NOT: Bütün anlaşmazlıkların barış yolu ile çözümü, Atatürk’ün izlediği en önemli ilke oldu. Bu ilke, “Yurtta sulh, cihanda sulh”tur.

Lozan Barışından Sonra Siyaset Yoluyla Çözümlenen Sorunlar

  1. 1. Yabancı Okullar Sorunu (1925)

Lozan Antlaşması’na göre, Türkiye’de yabancı okullar Türk yasalarına ve diğer okulların bağlı bulunduğu tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaktı.

1925 yılında çıkarılan yasa ile;

  1. Yabancı okullarda Türk dili, Türk Tarihi ve Coğrafya dersleri ile Yurttaşlık Bilgisi Türk öğretmenleri tarafından okutulacak
  2. Yabancı okullar, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olacaklar ve Türk müfettişler tarafından denetleneceklerdi.

Türkiye’deki bazı yabancı okulların temsilcileri bu esaslara uymak istemediler, elçilikleri vasıtasıyla devletlerini işe karıştırmak istediler. Türk Hükümeti bunu bir iç sorun sayarak görüşme konusu yapmayı reddetti. Bu esaslara uymayan okullar kapatıldı, uyanlar eğitimlerini devam ettirdiler.

  1. 2. Irak Sınırı ve Musul Sorunu (5 Haziran 1926)

Lozan barış görüşmelerinde Musul konusunda bir anlaşma sağlanamadı, Irak ile olan sınır çizilemedi. Lozan Antlaşması’na göre Musul sorunu, Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle çözüme kavuşturulacaktı.

Konu İngiltere ile aramızda 1924 yılında İstanbul’da ele alındı. İngiltere, Musul’un Irak’a ait olduğunu savundu. Çünkü Irak İngiltere’nin sömürgesiydi. İngiltere Musul bölgesindeki zengin petrol yataklarını istiyordu. Görüşmelerden sonuç alınamayınca konu Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Milletler Cemiyeti, Musul’un Irak’a ait olduğuna karar verdi. Ancak Türk Hükümeti Milletler Cemiyeti’nin kararını kabul etmedi.

Bu arada İngilizler, Türkiye-Irak sınırında bazı karışıklıklar ortaya çıkardılar. Şeyh Sait Ayaklanması’nın çıkmasında etkili oldular. Böylece Musul konusunda çıkabilecek bir savaşta Türkiye’yi güçsüz bırakmayı amaçladılar.

Türkiye bu yıllarda Şeyh Sait Ayaklanması ve bazı iç sorunlarla uğraştığı için Musul sorunuyla yeterince ilgilenememiştir.

5 Haziran 1926’da İngiltere ve TBMM arasında Ankara Antlaşması imzalandı. Buna göre;

-        Musul, İngiltere’nin mandası olan Irak’a bırakıldı.

-        Irak elde ettiği petrol gelirinin %10’unu 25 yıllık bir süre için Türkiye’ye verecekti (ancak Türkiye bu hakkından para karşılığı vazgeçmiştir).

-        Günümüzdeki Türkiye-Irak sınırı belirlendi.

 

  1. 3. Nüfus Mübadelesi (Değişimi) 10 Ağustos 1930

Lozan Anlaşması’na göre İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler dışında Türkiye’de yaşayan Rumlarla Yunanistan’daki Türkler karşılıklı yer değiştirecekti. Ancak Yunan Hükümeti İstanbul’da daha fazla Rum bırakmak istiyorlardı. İstanbul’da Rum nüfusun artması üzerine Türk Hükümeti duruma müdahale etti.{goster}Yazının Devamı İçin Üye Girişi Yapın yada Kayıt Olun !{/goster}
{gizle}

İki devlet arasında başlayan sorun Uluslar arası Adalet Divanı’na götürüldü. Burada da çözümlenemedi, Türk-Yunan ilişkileri gerginleşti. İki hükümet karşılıklı olarak mallara el koydu. Sorunun giderek sıcak savaşa dönüşmesi ve Avrupa’da başlayan kriz (II. Dünya Savaşı) üzerine Lozan Antlaşması hükümlerine geri döndüler.

Buna göre; Batı Trakya ile İstanbul Rumları dışındakiler karşılıklı yer değiştireceklerdi, her iki ülkedeki azınlıklar o ülkenin yasalarına bağlı olacaklardı.

10 Ağustos 1930’da Yunan başkanı Venizelos ile Atatürk arasında sorun barışçı yollarla çözüldü.

NOT: Bu dostluk 1950’li yıllarda Batı Trakya Türkleri, Kıbrıs Adası ve Ege Adaları yüzünden bozulmuştur. 1974 Kıbrıs Harekâtı ile sıcak çatışmaya bile dönüşmüştür.

  1. 4. Milletler Cemiyeti’ne Giriş (18 Temmuz 1932)

Milletler Cemiyeti I. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD başkanı Wilson’un isteğiyle açılmıştır. Cemiyetin amacı; devletler arasında çıkan sorunları barış yoluyla çözmek, devletlerarası dengeleri korumak, ülkeler arasında kültürel ve siyasi ilişkileri geliştirmekti. Ancak zamanla büyük devletlerin isteklerini yapan bir kurul haline dönüştü.

Türkiye’nin cemiyete katılma nedenleri; uluslararası ilişkileri geliştirmek gereği, yurtta barış, dünyada barış ilkesi gereği.

Milletler Cemiyeti, 1932 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cemiyete girmek için resmen davet etti. Türkiye, cemiyetin işlemesindeki aksaklıkları bilmesine rağmen çağrıya olumlu cevap vererek cemiyetin üyesi oldu (18 Temmuz 1932).

  1. 5. Balkan Antantı (9 Şubat 1934)

Oluşma Nedenleri:

  • İtalya ve Almanya’da kurulan faşist yönetimlerin yayılmacı ve saldırgan politika izlemeleri, Balkanlar ve Orta Doğu’yu hedef alan politikaları
  • Avrupa’da devletlerin silahlanmaya hız vermeleri (1930’lu yılların başından itibaren)
  • Milletler Cemiyeti’nin bu gelişmeleri engelleyememesi
  • I. Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan antlaşmaların barışı koruyamaması

Amaç: Sınırları karşılıklı olarak korumak, ortaya çıkabilecek tehlikeleri birlikte önlemek, üye devletlerden birine yapılacak saldırı karşısında hep birlikte savunma yapmak.

9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalandı.

Böylece Türkiye, hem batı sınırının güvenliğini sağladı hem de bölgede barış ortamı yaratarak dünya barışına katkıda bulundu. Bulgaristan ile Yunanistan arasında sınır sorunu olduğundan, Arnavutluk ise İtalya’dan çekindiği için antanta katılmadı.

NOT: II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla antant başarıya ulaşamamış ve dağılmıştır.

  1. 6. Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)

Lozan Barış Antlaşması’na göre; Boğazların yönetimi Türkiye’nin başkanlığında uluslar arası bir komisyona bırakılmış ve silahsız bölge ilan edilmiştir. Bu durum ulusal egemenliğimizi zedeleyici nitelikteydi.{/gizle}

Çok Partili Demokratik Hayat:

Demokrasilerin düzgün işleyebilmesi için birden fazla partiye gerek vardır. Siyasi partiler demokratik hayatın ve çoğulculuk sisteminin vazgeçilmez unsurlarıdır.M. Kemal Türk milleti için en uygun yönetim şeklinin çok partili sisteme dayalı cumhuriyet ve demokrasi anlayışı olduğunu biliyordu. Çok partili demokratik rejimlerde halk, siyasi partiler aracılığıyla kendi düşüncelerini serbestçe ifade etme özgürlüğüne sahipti. Ayrıca muhalefet partileri iktidar partisini denetleme yetkisine de sahip oluyordu. . M. Kemal bu nedenle çoklu parti için çalışmaların başlanmasını istiyordu. M. Kemal çok partili hayata geçişe öncülük etmiş, ilk siyasi partiyi kurmuşlardır.

M. Kemal’in isteği ile çok partili rejim denemeleri için kurulacak partiler ülke rejimini tehdit edince çok partili rejim denemelerine bir süre ara verilecek. 1946’da Demokrat Parti kurulması ile çok partili hayat başlayacak. 1950’ya kadar Cumhuriyet Halk Fırkası iktidarda kaldı.

a) Cumhuriyet Halk Fırkası (9 Eylül 1923)  

Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı döneminde “Anadolu ve Rumeli Müdafaa­yı Hukuk” grubunu kurdu. Bağımsızlığın kazanılmasıyla görevini tamamlayan bu grup daha sonra Atatürk'ün emriyle Halk fırkası adını aldı.           (9 Eylül 1923). Cumhuriyetin ilanından sonra ise ismi değiştirilerek Cum­huriyet Halk partisi oldu. Böylece cumhuriyet tarihinin ilk siyasi partisi kurulmuş oldu. Partinin başkanı M. Kemal oldu. Partinin programı, M. Kemal’in yapmayı planladığı yenilikleri kapsıyordu. 1950 yılına kadar sürekli iktidarda kalmıştır.

Özellikleri:

  • TC’nin il siyasi partisidir.
  • Halk Partisi adı ile kurulmuş, cumhuriyetin ilanından sonra “Cumhuriyet Halk Partisi” adını almıştır.
  • I. Mecliste oluşturulan Müdafaa-i Hukuk grubunun partileşmiş durumudur.
  • Tüm ulusun partisidir.
  • Cumhuriyet devrimleri bu parti ile gerçekleştirilmiş ve yerleştirilmiştir.
  • Programın temeli 6 ilke çerçevesinde oluşmuştur.
  • Ekonomide Devletçilik ilkesini benimsemiştir.

NOT: M. Kemal, başlangıçta asker olup milletvekili olanlardan ya siyasete ya da orduya geri dönmelerini istemiştir. Böylece ordu siyasetten ayrılmıştır.

b) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17 Kasım 1924) 

Cumhuriyetin ilanından sonra mecliste, yönetimdeki Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı bir muhalefet oluştu. CHP’nin meclis üzerinde baskı yaptığı iddia ediliyor, bu baskının kaldırılması isteniyordu.

Bu parti, kurtuluş savaşında Atatürk'le aynı saflarda bu­lunmuş olan bir grup sivil ve asker tarafından kuruldu. Bu kişiler Kazım Karabekir (partinin başkanı) Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Adnan Adıvar'dı.

Atatürk yeni kurulan partiyi olumlu karşıladı. Çünkü de­mokrasilerde çok parti olmalıydı. Aynı zamanda hüküme­tin denetlenmesi için de muhalefet partilerinin bulunması gerekliydi. Demokrasinin yerleşmesi için bu gerekliydi.

Özellikleri:

  • TC’nin ikinci siyasi, ilk muhalefet partisidir.
  • M. Kemal’e ve devrimlere karşıdır.
  • Eski düzen yanlılarınca desteklenmişlerdir.
  • Ekonomide liberalizmi (serbest ekonomi) savunmuştur.

Terakkiperver Cumhuriyet fırkası demokratik hayatı be­nimsemekle beraber dini inanışlara saygılıyız görüşüne de ağırlık veriyordu. Programında “Parti dini inançlara saygılıdır” görüşünün yer alması cumhuriyet karşıtlarının parti içinde toplanmasına neden oldu. Kısa zamanda amacından sapan parti, aynı zamanda inkılâpları benimsemeyen kişilerin sı­ğınabileceği bir yer durumuna geldi. Doğuda çıkan Şeyh Sait ayaklanmasında, partinin bazı yöneticilerinin de rolü olduğu gerekçesiyle, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı (5 Haziran 1925). Henüz çok partili hayata geçme zamanının gelmediği anlaşıldı.

Şeyh Sait Ayaklanması (13 Şubat 1925)

Sebepleri:

  1. Cumhuriyet yönetimini kendi çıkarlarına aykırı gören kişilerin “Din elden gidiyor!” parolasıyla bir kısım halkı kışkırtmaları
  2. Şeyh Sait ve adamlarının saltanat ve hilafeti geri getirmek istemeleri
  3. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin sert muhalefeti, laiklik karşıtı görüşleri
  4. İngiltere’nin, o sıralarda görüşülen Musul meselesini kendi çıkarları doğrultusunda çözebilmek için bölge halkını kışkırtması ve ayaklanmaları desteklemesi
  5. Doğu ve Güneydoğu’da ayrılıkçı akımların gelişmesi

Şeyh Sait adında bir kişi, etrafına topladığı cahil kişilerle hükümete karşı ayaklandı. İsyanın amacı; Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak ve Osmanlı devlet düzenini geri getirmekti. Ayaklanma, 13 Şubat 1925’te Diyarbakır-Ergani ilçesinin Piran köyünde başlayarak kısa sürede Elazığ, Erzurum, Muş, Bitlis ve Diyarbakır’da etkili oldu, bölgeye yayıldı. İngilizler isyancılara silah ve cephane yardımında bulundu. Ali Fethi Okyar Hükümeti isyanın bastırılmasında başarılı olamayınca istifa etti. Yeni hükümeti kuran İsmet Paşa aldığı askeri ve siyasi önlemlerle isyanı bastırdı.

Alınan Önlemler:

  1. Bölgeye ordu gönderilmiştir.
  2. Bölgesel seferberlik ilan edildi (Doğu ve Güneydoğu’da).
  3. Takrir-i Sükûn (Huzuru Sağlama) Yasası çıkarıldı (4 Mart 1925). Bu kanun 1929 yılına kadar yürürlükte kaldı.
  4. İstiklal Mahkemeleri kuruldu, suçlular cezalandırıldı.

Sonuçları:  

  1. Ayaklanma bastırıldı, ancak Türk ordusu yıprandı.
  2. Ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı (5 Haziran 1925).
  3. Ayaklanma nedeniyle Musul sorunuyla yeterince ilgilenilememiş ve Irak İngiltere’ye verilmiş (1926-Ankara Ant.)
  4. Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelik ilk isyan bastırılmıştır.
  5. Türkiye’de çok partili hayata geçiş için yapılan ilk deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
  6. Şeyh Sait İsyanı, Türkiye’de çok partili hayata geçiş için ortamın uygun olmadığını ve henüz demokrasinin tam anlamıyla uygulanamadığını göstermiştir.

NOT: Şeyh Sait ayaklanması cumhuriyete ve inkılâplara karşı yapıl­mış ilk büyük isyandır.

Atatürk'e Suikast Girişimi – 16 Haziran 1926

1-  16 Mart 1926’da İzmir’e gidecek olan M. Kemal’e bir suikast tertiplenmiştir.

2-  Planın haber verilmesi üzerine suikastçılar yakalanmış ve İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak cezalandırılmıştır.

3-  Bu girişimin amacı, inkılapların yapılamasına engel olmak ve laik rejimi yıkmaktır.

 

c) Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Ağustos 1930):

1929–1930 yılında, Dünyada büyük bir eko­nomik kriz yaşandı. Ülkemiz de bundan etkilendi. Hükü­metin ekonomik programı bazı milletvekilleri tarafından eleştirildi. Mustafa Kemal “yeni bir parti kurulursa hükümet daha iyi denetlenebilir” diyordu. Ekonomik bunalımlar karşısında yeni çözümlerin ortaya konmasını, iktidarın daha iyi denetlenmesini, halkın görüşlerinin tam yansımasını, demokrasinin daha sağlıklı işlemesini istiyordu. Bu amaçla yakın arkadaşı Fethi Okyar'a yeni bir parti kurmasını istedi. Böylece Türki­ye'nin üçüncü partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası Fethi Okyar'ın başkanlığında kuruldu (12 Ağustos 1930).

Özellikleri:

  • TC’nin üçüncü siyasi, ikinci muhalefet partisidir.
  • Cumhuriyet ve laiklik ilkelerine, devrimlere bağlı ve saygılıdır.
  • Ekonomide Liberalizmi savunmuştur.

Demokrasinin gereği olarak kurulan bu parti kısa sürede laikliğe karşı olanların toplandığı bir parti haline geldi.

Fethi Bey, partinin devlet için tehlikeli olmaya başlaması üzerine partiyi kapatmak zorunda kaldı (17 Kasım 1930).

Menemen Olayı (23 Aralık 1930)

Sebepleri:

  1. Cumhuriyete ve laikliğe karşı olanların din uğruna hareket ettiklerini açıklayarak “Din elden gidiyor!”sloganı ile ayaklanma çıkarması
  2. Serbest Cumhuriyet Partisi’nin Ege Bölgesi’nde gericilerin denetimine girmesi
  3. Laiklik karşıtı eylemlerin artması üzerine partinin kapatılması, bölgedeki Nakşibendî tarikatının partinin kapatılmasına tepki göstermesi

Derviş Mehmet adındaki kişi, etrafına topladığı cahil insanlarla “Şeriat isteriz!” sloganıyla 23 Aralık 1930’da İzmir-Menemen’de ayaklandılar. Ayaklanmayı bastırmak isteyen Öğretmen Asteğmen Kubilay, isyancılar tarafından şehit edildi.

Bunun üzerine Menemen’e askeri birlikler gönderilerek ayaklanma bastırıldı, isyancılar yargılanarak cezalandırıldı.

NOT: Cumhuriyete ve laik düzene karşı girişilen ikinci büyük gerici ayaklanmadır.

NOT: Türkiye’de laik devlet düzeninin henüz yeterince olgunlaşmadığı, çok partili hayata geçmek için henüz elverişli ortamın oluşmadığını ortaya koymuştur. M. Kemal, bu olaydan sonra çok partili siyasi yaşama ara vermiştir.

NOT: Ülkemizde çok partili siyasi hayata tam olarak 1946 yılında geçilmiştir.

NOT: 1946 yılına kadar devlet tek parti ile yönetilmek zorunda kaldı. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılıp Demokrat Parti’yi kurdular. 1946 yılında Cumhuriyet Halk Partisi seçimleri kazandı. 1948 yılında Millet Partisi kuruldu. 1950 yılındaki seçimleri Demokrat Parti kazandı.

Top