Osmanlı Ordusu

OSMANLI ORDUSU KARA VE DENİZ (DONANMA) OLMAK ÜZERE İKİYE AYRILIR

I.KARA ORDUSU:Kara ordusu kendi arasında Kapıkulu Askerleri,Eyalet Askerleri ve Yardımcı Kuvvetlerden oluşur.

A-KAPIKULU ASKERLERİ

1) KAPIKULU PİYADELERİ

 

a– Acemi Ocağı : Bu ocak 1. Murat zamanında Çandarlı Kara Halil ve Molla Rüstem’in ön ayak olmasıyla kuruldu. İlk ocak Gelibolu’da açıldı. Acemi ocağına savaş esirlerinin beşte biri ile Osmanlı Devletinde yaşayan Hıristiyanların çocukları alınırdı. Buna Pencik ve Devrişme sistemi denirdi. Bu çocuklar orta boylu, sağlıklı, zeki olmalarına dikkat edilirdi. Bu çocuklar önce Anadolu’da Türk ailelerinin yanında Türkçe’yi Türk adet ve geleneklerini öğrenirler, sonra acemi ocağına alınırlardı. Acemi ocağında yetişen çocuklar, Yeniçerilere, saray ve diğer ocaklara asker yetiştirmekle görevliydi. Bu ocak 1826’ya kadar varlığını korumuştur.

 

b– Yeniçeri Ocağı : Kapıkulu Ocaklarının em büyüğü ve nüfuzlusu Yeniçeri Ocağıdır. 1.Murat zamanında Edirne’nin fethinden hemen sonra Çandarlı Kara Halil’in himmetiyle kuruldu.ilk Yeniçeri kışlası Edirne’de idi. Fetihten sonra İstanbul’da da kışlalar yapıldı. Komutanları Yeniçeri ağasıdır. Yeniçeriler savaşa padişah yanında katılırdı. Padişaha gelebilecek tehlikelere karşı korurlardı. Padişah sefere katılmazsa yeniçerilerde katılmazdı. Silahları ok, yay, kılıç, kalkan, hançer, yatağan ve balta idi. Ender olarak zırh kullanırlardı. Yeniçeri ocağı 16 yy. sonlarına kadar eğitimli ve düzenli bir yaya kuvveti idi. Ama bu tarihten itibaren bozulmaya başladı. Bozulmanın başlıca sebepleri şunlardır. :

a) – Padişahların sefere çıkmaktan vazgeçmeleri.

b) Yeniçeri ocağına Pençik ve devşirme sistemine aykırı olarak asker alımı.

c) Avrupa’da savunma sanayindeki gelişmelerin Osmanlı ordusuna yansımasıdır.

d) Yeniçeri siyasi olaylara karışmaları.

Yeniçeri ocağı zamanla devlet adamlarını görevden alan, padişahları tahttan indiren siyasi bir kuvvet haline geldi. Değişik tarihlerde yeniçeri ocağının düzeltilmesi için yapılan ıslahatlar olumlu sonuç vermedi. Sultan 2. Mahmut 1826 yılında bu ocağı kaldırdı. Osmanlı tarihinde bu olaya “ Vaka-i Hayriye” denilmiştir.

– Cebeci Ocağı : Cebecilerin başlıca görevi yeniçerilere silah sağlamak ve bunları muhafaza etmektir. Sefer sırasında silahları nakletmek yeniçerileri dağıtmak ve bozulanları onarmak da cebecilerin göreviydi. Yaşlı cebeciler zamanı gelince tekaüt edilirler ve kendilerine maaş bağlanırdı. Cebeci ocağının en büyük zabiti Cebeci başı idi. Cebecilerde maaşlarını, yeniçeriler gibi üç ayda bir alırlardı. Merkezdeki cebeciler üçer yıllığına taşradaki kalelerde hizmet ederlerdi. Cebeci Ocağı’ da bütün kapıkulu gibi 1826 yılında kaldırıldı.

 

c– Topçu Ocağı : bu ocak Yeniçeri ocağından sonra teşkil edilmiştir. Efratı acemi ocağından sağlanırdı. Ocak top imal ve top satışı bakımından ikiye ayrılmaktadır. Ocak neferleri bu kısımlarda hizmet ederlerdi. Topçu kışlaları ile top imalathanesi İstanbul’un halen Tophane denilen semtindeydi. İlk tophane Fatih zamanında yapılmış ve daha sonra zaman zaman yenilenmiş ve genişlemiştir. 3. Mustafa zamanında Fransa’dan getirilen Topçu ustası Baron de Tatt, topçu ocağını ıslahata çalışmış ve sürat topçuları birliğini kurmuştur. ( 1774 ). Top döküm hanesinin şefi dökümcü başıdır. Top dökümü sırasında özel bir tören yapılırdı. İstanbul dışında da top imalathaneleri vardı. Bunların en büyükleri Batıda; Belgrad, Semendire, Budin, İskodra, Praveşte ve Timişrar’da Doğuda ise Kerkük’ün Gülenber kalesinde bulunuyordu. Top dökümhaneleri genellikle maden yataklarına yakın yerlerde olurdu. Osmanlı ordusu.

 

d– Top Arabacıları Ocağı : Büyük topların nakli için XV. Yüzyılın sonlarında kurulmuştur. Efradı Acemi Ocağı’ndan temin edilirdi. Arabacıların asıl kışlaları İstanbul’da olup taşradaki stratejik mevkilerde de hizmet görürlerdi. Topçu neferlerinin olduğu her yerde arabacılarda bulunurdu. III. Selim zamanında Tophane’de yeni bir arabacı kışlası yaptırılmıştır. Top arabaları topların ağırlıklarına göre imal edilirdi. Ocağın en büyük zabiti top arabacıları başısıydı.XVII. yy sonlarında 63 arabacı bölüğü bulunuyordu ve bunların mevcudu 622 kişiydi. Müteferrikalarla birlikte bu sayı 1000’i geçiyordu.

e– Humbaracı Ocağı : bir nevi el bombası olan humbara silahını kullanan humbaracılar öteden beri Cebeci ve Topçu ocaklarına bağlı olarak Osmanlılar tarafından istihdam edilmiştir.İstanbul’un fethinden sonra müstakil ocak haline getirilmiştir.merkezdekiler maaşlı taşradakiler ise dirlikliydi.hepsinin amiri merkezde bulunan humbaracıbaşı idi. 1729 yılında Osmanlı Devleti’ne iltica eden ve müslüman olduktan sonra Ahmed adını alan Comte de Bonneval Humbaracı Ocağını ıslaha çalışmış ve neferlerinin tamamı ulufeli yeni bir humbaracı sınıfı kurmuştur.yeni humbaracı neferleri Üsküdar’da yapılan kışlada bazı teknik dersler görmüşler, eğitime tabi tutulmuşlar ve yeni birliklere ayrılmışlardır.daha sonra tekrar ihmale uğrayan humbaracı ocağı III. Selim zamanında yeniden ıslaha çalışılmıştır.

 

f– Lağımcı Ocağı : özellikle kale muhasaralarında toprak altında lağım denilen tüneller açarak, buralara yerleştikleri patlayıcı maddelerle kale fetihlerini kolaylaştıran bir sınıftır. Maaşlı ve timarlı lağımcılar vardı. Maaşlılar cebecibaşıya bağlıydı. Timarlı lağımcıların amiri ise lağımcıbaşı idi.Lağımcılık aslında hendese bilmeyi gerektiren teknik bir meslekti. Lağımcılar son hünerlerini Kandiye Kalesi’nin fethinde ( 1669 ) göstermişler, daha sonra önemlerini kaybetmişlerdir. Halil Hamid Paşa’nın sadrazamlığı zamanında ( 1782 – 1785 ) ıslah edilmeye çalışılan bu sınıf asıl III.Selim zamanında modernleştirilmiş, lağım bağlama, köprü, tabya ve kale gibi teknik kısımlara ayrılmıştır.

 

 

2) KAPIKULU SÜVARİLERİ (ATLILAR)

 

Osmanlı Devletinde dâimî orduyu teşkil eden kapıkullarının süvari kısmı.

 

Kapıkulu süvarileri; yeniçeriler ve bostancılar arasında hizmet görmüş olanlarla Enderûn ve Enderûn’a eleman yetiştiren Edirne, Galatasaray, İbrahim Paşa, İskender Paşa sarayları gibi yerlerden içoğlanları ve büyük fedakârlığı görülen garip yiğitlerden alınan fertlerle vücuda getirilmiş bir sınıftı. Bunlar yeniçeriler ve diğer piyade sınıfları gibi maaşlıydı. Timarlı sipahilerden ayırmak için kendilerine bölük halkı da denirdi. Sonraları yalnız sipahi demekle kapıkulu süvarisi kastedildi.

 

Kapıkulu süvari ocağına nefer alınmasına “bölüğe çıkmak” denirdi. Altı bölük olan kapıkulu süvari ocağına, gerek saraylardan, gerek yeniçeri ocağından geçenlere bir hayvan veya hayvan parasıyla beraber yay ve ok akçesi adıyla bir miktar para verilirdi.

 

Murâd-ı Hüdâvendigâr zamanında kurulan kapıkulu süvarileri; başlangıçta sipahi ve silahtar olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Bu iki kısım süvariden sonra derece derece aşağıya doğru ulûfeciyân-ı yemîn (sağ ulûfeciler) ve ulûfeciyân-ı yesâr (sol ulûfeciler) ve gurebâ-i yemîn (sağ garibler) ve gurebâ-i yesâr (sol garibler) isimleriyle 15. asır ortalarına doğru dört kısım kapıkulu süvarisi daha kuruldu ve süvarilerin hepsi altı bölüğe tamamlandı. Kapıkulu süvarisinden her bölüğün ayrı ayrı vazifesi vardı.

 

 

a-Sipahiler: Süvari ocağının kırmızı bayrak da denilen en mümtaz ve itibarlı bölüğü. İlk devirlerde devlet ve millet yararına faydalı hizmette bulunmuş olan nüfuz sahibi kimselerin çocukları bu bölüğe alınırdı. Bunlar sulh zamanlarında cizye, resm-i gazem, mukataa gibi mîrî malların tahsilinde görevlendirilirler ve ekseriya üzerlerine hünkâr içoğlanlarından biri ağa tayin olunarak tahsilata giderlerdi. On yedinci asırda kendilerine tevliyet (mütevellilik), voyvodalık ve daha başka hizmetler verildi.

 

Sipahi bölüğü, padişahların camiye çıkışlarında ve sefere hareketlerinde, ikişer ikişer sağ tarafında yürürlerdi. Harp sahasında ise ordu merkezinin sağ tarafındaki saltanat bayrakları altında ve bazen de hükümdarın arka tarafında dururlardı. Sefere giderken ordunun geçeceği yerlere sancak tepesi denilen tepeler kurup güzergâhı tespit etmekle vazifeliydiler. Muharebe meydanında çadırlarını hükümdar otağının sağında kurarlar gece otağ-ı hümayunun korunmasını silahtar bölüğüyle münavebeli olarak yaparlardı.

 

Sipahiler üç yüz bölükten meydana geliyordu. On yedinci asrın ilk yarısında her bölükte yirmi-otuz kişi ile bir de bölükbaşı bulunurdu. Efrâd, on altıncı asır sonlarında on beşten otuz akçeye kadar değişen yevmiye alırlardı. Bölükbaşlarının yevmiyesi ise kırk akçe idi.

 

 

b-Silahtarlar: Sarı bayrak da denilen bu bölük, Osmanlı Devletinde kapıkulu süvarilerinin ilk teşkil edilen bölüğüdür. Bu bölüğe başlangıçta harem-i hümayundan çıkan içoğlanlarından, sonradan da Galatasaray, İbrahim Paşa, İskender Paşa ve Edirne saraylarından çıkanlardan ve “veledeş” denilen süvari çocuklarından efrâd alındı. Sipah bölüğünün kurulmasından sonra, silahtar bölüğünün ehemmiyeti ikinci dereceye düşmüştür.

 

Fatih Sultan Mehmed Han zamanına kadar beş bölük olan silahtarlar, alaylarda padişahın arkasında yürürler, aşağı bölükler de bunların etrafında giderlerdi. Sefere gidilirken askerin geçeceği yolların açılıp temizlenmesi silahtarlara aitti. Bunun için bir miktar neferle kethüdaları veya çavuşları bu işe memur edilirdi. Silahtarlar yolları açarlar, köprüleri tamir ettirirler, geçilmesi zor bataklıkları temizlettirirler, bunun için de yerli halkı ücret karşılığı bu hizmetlerde çalıştırırlardı. Padişah sefere çıktığında birkaç milde bir, yolun her iki; veziriazam serdar olduğu zaman ise sadece sol tarafa sancak tepeleri ihdas etmek bunların görevleri arasındaydı. Yol açma hizmetlerinden başkatuğculuk, yedekçilik (padişahın yedek atlarının götürülmesi), buçukçuluk (padişahın camiye çıkışında fakirlere sadaka dağıtılması) gibi vazifeler de bu bölüğe verilmişti.

 

İki yüz altmış ortaya ayrılan silahtar bölüğü, seferdeki gibi, camiye çıkışlarda da padişahın sol tarafında yürürler, harp sahasında ise saltanat sancaklarının sol yanında ve bazen padişahın arkasında bulunurlardı.

 

Gerek sipah, gerekse silahtarların başlarında büyük zabit olarak silahtar ağasından başka; kethüda, kethüda yeri, başçavuş ve kâtipleri vardı.

 

 

c-Sağ ve sol ulufeciler (Ulûfeciyân-ı yemîn ve yesâr bölükleri): Bazen orta bölükler de denilen iki bölükten birincisine yeşil bayrak ismi verilirdi. Sağ ulûfeciler yüz yirmi bölüğe ayrılmışlardı. Sarılı beyaz bayrak taşıyan sol ulûfeciler ise yüz bölüktü. Sağ ulûfeciler seferde padişahın sağında yürüyen sipah bölüğünün sağında; sol ulûfeciler de solunda yürüyen silahtarların solunda yürürlerdi. Harp meydanında ve ordunun konak yerinde ise, padişah sancağının biri sağında, diğeri solunda dururlardı. Hazineyi korumak bunların görevleri arasındaydı. Bu iki bölükten dördü sağ, üçü de sol ulûfecilerden olmak üzere yedi kişi, subaşı ismiyle bölük subaşılığına tayin edilirlerdi.

 

Ulûfeci bölüklerine alınan efradın hepsi Galatasaray, İbrahim Paşa, İskender Paşa ve Edirne saraylarından çıkmış olmayıp, bunlara ek olarak orduda, devlet adamları hizmetinde ve kumandanlar maiyetinde bulunarak, muharebelerde yararlıkları görülen efrâd, ekseriyeti teşkil ederdi. “Veledeş” denilen süvari evlâdının ulûfecilere de verildiği olurdu. Tehlikeli zamanlarda kendilerine hizmet teklif edilenlerin, hayatlarını tehlikeye koyup o hizmeti ifa şartıyla bölüğe kaydedilmeleri de kanun emriydi.

 

Ulûfeciler arasından üç ihtiyar süvari “otağçı” ismiyle, eski ve satılması icap eden otağları satmak vazifesiyle mükelleftiler. Hükümdara ve hazineye ait otağları bunlardan başkası satamazdı. Bu üç süvarinin biri emin, biri kâtip, biri de nazır olurdu.

 

 

d-Sağ ve sol garipler (Gurebâ-i yemîn ve yesâr bölükleri): Sağ garibler ve sol garibler denilen bu bölüklere, “aşağı bölükler” de denirdi. Bir kısmı diğer bölükler gibi saraylardan alınırken, ekserisi Türk, Acem ve sair memleketlerden gelen veya Müslüman ve muharebe meydanlarında çok tehlikeli işlerde muvaffak olmuşlardan teşkil edilirdi.

 

Sefer esnasında merkez kolunda her gece otağ ve ağırlıkları muhafaza ederlerdi. Harp esnasında en mühim vazifeleri, sancak-ı şerifin muhafazası idi. Bunun için sancak-ı şerîfin konulduğu çadırın etrafını karargâh yaparlardı. Sancak-ı şerîfin ordu ile bulunmadığı devirlerde, yani Yavuz Sultan Selim Han'dan önce, padişahın sancaklarını bunlar korurlardı. Ordugâha odun naklini temin etmek de görevleri arasındaydı.

 

Sağ ve sol garibler, ayrı ayrı yüzer bölüğe ayrılmışlardı. Sağ gariblerin bayrakları sarı ile beyaz, sol gariblerinki ise yeşil ve beyaz renklerden meydana geliyordu.

 

Gurebâ bölükler efrâdı sonuna kadar bölüklerinde kalmayıp, ocakta ağa değiştiği, bir aşağı bölük ağası bir derece terfi ile yukarı bölüğe ağa olduğu zaman, bu bölüklerden muayyen miktar efrâd da bir yukarı bölüğe terfi ettirilirdi.

 

Kapıkulu süvarilerinin silâhları, bir pala ve bir mızrakla, “gaddâre” denilen ve eyerin kaşına asılı olan bir kılıçtan ibaretti. Bunlar meşakkate dayanıklı ve atik olan Anadolu atlarına binerlerdi. Harpte iki derin hat üzerine nizam alır, değişmeli olarak düşmana hücum ederlerdi. Her süvari sefere bir de yedek at götürmek mecburiyetindeydi.

 

Sipahi ocaklarına kaydolunacaklar hakkında “hat” denilen padişahın tahriri iradesi çıkardı. Bu ocağa gireceklerin ismi evvelâ “mukâbeleci” denilen maliye memuru defterine kaydedilir. Mukabeleci, ocaktaki mahlûlleri her ulûfe zamanında bir deftere yazarak veziriazama bildirir, o da hükümdara arz ederdi.

 

Veziriazamın huzurunda ulûfelerini alacak süvariler, maaşlarını alırken, “iptida” denilen askerî hüviyetlerini gösterirlerdi. Bu hüviyetlerde, her neferin künyesi, eşkâli ve ulûfe miktarı yazılı olurdu.

 

Süvari ağalarından sipah ağası sancağa çıkacak olursa üç yüz bin; silahtar ve sağ ulûfeci ağaları da, iki yüz bin akçelik haslarla sancakbeyi olurlardı. Sol ulûfeci ve gurebâ ağaları ise, harice çıktıkları vakit defter kethüdası olurlar,zeamet ile çıkarlardı.

 

Kapıkulu süvarilerinin hükümet merkezinde yeniçeriler gibi müstakil kışlaları yoktu. Bunlar, büyük miktarda at beslemeye mecbur olduklarından, çoğu hükümet merkezine yakın yerlerde bulunurlardı.

 

B-EYALET ASKERLERİ

1)YERLİKULU ASKERLERİ

 

a-Azaplar:Azab veya azap, Osmanlı devletinde çoğunlukla garnizon askeri olarak görev yapan bir askeri birim. Sözcüğün anlamı "bekar erkek"tir. Henüz evlenmemiş genç erkekler azab yazılabilirlerdi.Gönüllülerden oluşan yayalardır.Savaşta ordunun en önünde yer alırlardı.

 

Azablar Osmanlı ordusunun Anadolu'daki yaya askerlerinin çoğunluğunu oluştururlardı ve yerleşim birimlerinin güvenliğinin sağlanması, kalelerin savunulması gibi görevleri yerine getirirlerdi.

 

b- Sekban Bölüğü:Sekban, Yeniçeri ocağının altmış beşinci ortası mensubuna verilen ad.Sekban teşkilâtı, Sultan Birinci Murâd zamânında pâdişâhın av maiyeti olarak mevcuttu. Fâtih Sultan Mehmed Han zamânına kadar bağımsız bir teşkilât olan sekban ocağı, 1451'de, yeniçerilerin taşkınlık etmeleri üzerine itâatsizlik eğilimini kırmak için Fâtih'in emriyle yeniçeri ocağına dağıtıldı. O zaman sayıları, altı-yedi bin civârındaydı. Beş yüz sekban da av hizmeti için alıkonuldu.
Yavuz Sultan Selim Han devrinde bütün sekbanlar, bir orta hâline getirilerek, yeniçeri ocağının altmış beşinci ortasını oluşturdular. Piyâde ve süvârî sekbanlar, pâdişahla berâber ava giderler, av köpekleri yetiştirirler, sekban fırınında çalışırlardı. Savaş zamânında, diğer yeniçerilerle birlikte çarpışmaya giderlerdi.

 

 

 

 c- İcareli:Sadece sınırlarda bulunan kent ve kalelerde kullanılan yerli topçulardır. Bunların subayları kuşkusuz topçuluk bilgileri bulunması gerektiğinden Eyalet Paşalarının komutasında bulunmak üzere İstanbul'dan gönderilirlerdi. Buna da Topi ya da Topçu Ağası denilirdi. Bu topçulara ücretli olarak çalıştırılmalarından icareli denmiştir.

 

 

d-Müsellem: Müsellem, Osmanlı Devleti'nde, pekçok görevi yerine getiren, harp zamanlarında ordunun geçeceği yolları temizlemek, köprüleri tamir etmek ve yol açmak gibi hizmetlerle de mükellef idiler. Buna karşılık barış zamanlarında bütün vergilerden muaf sayılıyorlardı. Zaten bu ismi bu yüzden almışlardı. Rumeli'de genellikle Hıristiyan tebadan olan müsellemlere karşılık Anadolu'da, Kuzey Afrika'da ve Ortadoğu'da Müslüman teba istihdam olunurdu.

 

e- Lağımcılar: Kuşatma altındaki surlarının altından tünel (lağım) kazmak suretiyle yıkan veya düşmanın açtığı tünelleri kapatan askeri sınıf.Yer altında yollar açarak fitil ve barutla kale bedenlerini yıkan veya lağım açarak berheva eden lağımcılık, Osmanlı ordusunda çok gelişmişti.

 

 

 

2-SERHADKULU (SERHATKULU) ASKERLERİ

   a- Akıncılar:Akıncılar, yakaladıkları esirlerden aldıkları bilgileri merkeze iletirlerdi. Akınlar, katılan akıncı sayısına göre isimler alırdı. 100 kişiden az akıncıyla yapılana çete, 100’den fazla kişiyle yapılana haramilik, akıncı beyinin kumandası altında yapılana ise, akın denirdi.

 

 

b- Deliler: Asıl olarak kendilerine kılavuz, rehber manasına gelen delil ismi verilmesine karşın, cesur ve korkusuzca düşmana atılmaları nedeniyle halk arasında deli olarak anılmışlardır. Üzerlerine ayı, pars, aslan veya sırtlan postundan kılları dışarıda şalvarlar giyerlerdi. Başlarında tüylü bir miğfer, ellerinde de yine tüylü bir kalkan bulunurdu. Ayaklarında mahmuzlu çizmeleri vardı. Deli adını almalarının sebebi gönüllü 20-25 yaş arası gençlerden oluşmalarıydı ve savaşlarda ordunun en ön saflarında çarpışmalarıydı. Bayraklarında "Kaderde ne varsa o gelir başa" yazılıydı.

 

c- Gönüllüler:  Serhad kulu süvârilerindendir. Hudûd ahâlisinden seçilirlerdi. On beşinci yüzyıl sonları ve on altıncı yüzyıl başlarında kurulan teşkilâtın hudut şehir ve kasabalarını muhafaza etmek başlıca vazifesiydi. Tahsisatlarını bağlı bulundukları eyâletin mâliyesinden alırlardı. Gönüllü ağası ismiyle ağaları, kethüda, kâtip, alemdar, çavuş ve sâir zabitleri vardı. İyi binici olmaları şarttı. Sağ ve sol gönüllüleri diye iki kısma, her kısım da çeşitli bölüklere ayrılmıştı.

 

   d- Beşliler: Bunlar da serhat kulu süvârîlerindendir. Düşmana yakın yerlerde bulunan palangaların yâni, siper ve hendekler ile çevrilmiş yerlerin müdafaasıyla görevli idiler. Îcâb ettiği zaman akına da gidip düşman ahvâlinden hükümeti haberdâr ederlerdi. Beşliler de sağ ve sol beşlileri gibi kısımlara ayrılmışlardı. Maişetlerini bulundukları eyâletin mâliyesinden veya ocaklık olarak gösteren mahallin hâsılatından sağlarlardı. Her beş hâneden bir kişi bu sınıfa asker alındığı için bu isimle anılmışlardır.

 

3- TIMARLI SİPAHİLER: Osmanlı ordusunun önemli bir kısmını eyalet askerleri oluşturuyordu. Eyalet askerlerinin temelini “Tımarlı Sipahiler” oluşturmaktaydı.

 

Tımarlı sipahilerden oluşan, dirlik sahiplerinin beslemek zorunda olduğu, çağrıldığında toplanıp orduya katılan, maaş almayan ve Osmanlı ordusunun büyük bölümünü oluşturan ordudur. Osmanlı toprak sisteminin doğal sonucu olarak oluşan bu ordu devlete ekonomik bakımdan yük olmazdı. Tımarlı sipahi aldığı dirlikle, hem kendi geçimini sağlar hem de tımar kanunnamesinde belirlenen miktarda atlı asker beslerdi. Tımarlı sipahilerin beslediği bu atlı askerlere cebellü denirdi. Tımarlı sipahiler 16. yüzyılın sonlarından itibaren önemini kaybetmiştir.

Bilgi: Tımar sahipleri ilk 3 bin, zeamet sahipleri ise ilk 20 bin akçesini kendi geçimleri için ayırırlardı. Buna kılıç hakkı denirdi. Tımar sahipleri geri kalan gelirin her 3 bin akçesi, zeamet ve has sahipleri ise her 5 bin akçesi için tam teçhizatlı bir atlı asker yetiştirmek ve gerektiğinde bunlarla birlikte savaşa katılmak zorundaydı.
 

 

Tımarlı sipahilerin önemini kaybetme nedenleri

1. Dirliklerin hak etmeyen kişilere verilmesi.
2. Yeniçerilerin tımarları ele geçirmeleri.
3. Sipahilerin sayılarının artması.
4. Yeni fetihlerle toprakların genişletilememesi
5. Celali isyanları yüzünden üretimin azalması.
6. Tımar gelirlerinin düşmesi ve gelirlerinin hazineye mukataa yoluyla aktarılması
7. 17. yüzyıl ortalarından itibaren tımarlı sipahilerin geri hizmetlerde görevlendirilmeleri.

 

Tımar Sisteminin Bozulmasının Sonuçları

Devlet ulûfeli tüfekli kapıkulu askerinin sayısını artırmak zorunda kaldı. Sayıları çoğalan kapıkullarına ulûfe yetiştirmek güçleşti. Hazinenin yükü arttı. Eyaletlerdeki tımarlı sipahiler ile kapıkulu birbirine karşı denge unsuru idiler. Tımarlı sipahiler kalkınca, kapıkulları devlete hükmeder hale geldiler. Kapıkulu askeri ihtiyacı artınca “devşirme sistemi” de bozuldu. Devşirme olmayan kişiler de kapıkulu askeri yapıldı. Köylü kapıkulu asker olmak isteyince toprağını bıraktı. Bu yüzden üretimde azaldı.

 

  C-YARDIMCI KUVVETLER:Bir savas zamanında bağlı hükümetlerin(Kırım,Eflak-Boğdan) askerleri de Osmanlı ordusuna yardım ederlerdi. Bunlar içinde en önemlisi Kırım kuvvetleriydi.

 

  1-Derbendler: Askeri ve ticarî yolları, dağ geçitlerini, sınır noktaları ile köylerden geçen yolları korumak için kurulan müstahkem karakollarda bulunan asker sınıfı

 

2-Müsellemler: Bunlar da yaya veya yörüklerle birlikte kurulan Osmanlı ordusunun ilk muntazam ordu teşkilâtının süvarisi olup, sonradan geri hizmette kullanılmışlardır.

 

Müsellemlerin Anadolu’dakileri genellikle müslümanlardan seçilmekle beraber, Rumeli’deki ler hem müslüman hem hıristiyan tebeadan alınırdı. Atlı olan müsellemler, harp zamanlarında, bir-iki gün evvel ordudan ileri sevk edilerek; yol, köprü ve ormanlıkları açarlardı. Müsellemlerin en büyük âmirleri sancakbeyleri olup, bunların otuz neferi bir ocak idi ve beşte biri nöbetleşe sefere giderdi. Sefere gidenlerin harçlığını gitmeyenler verirdi.

On altıncı yüzyıl sonlarına doğru yaya ve müsellem ocakları kaldırılarak, çiftlikleri zeâmet ve tımar yapılıp, bunların zâim ve tımarları da Kapdânpaşa eyâletine bağlandı.

3-Yayalar ve yörükler: Osmanlı Devleti’nin ilk muntazam yaya sınıfını meydana getiren teşkilâtta Anadolu’dakilere yaya, Rumeli’dekilere ise yörük denirdi. Yeniçeri ocağının kurulup bu ocakta yaya kuvvetlerinin yetiştirilmesinden sonra yörük ve yayalar yavaş yavaş on beşinci yüz yıl ortalarına doğru, muhârebe hizmetinden alınarak geri hizmetlerde kullanıldılar. Anadolu eyâletinin muayyen sancaklarında bulunan yayaların, herbir ocağın başında bir yayabeyi olurdu. Her altı-yedi yayadan biri nöbetleşe altı ayda bir hizmete veya sefere gelirdi.

 

Yayalar harp zamanında yol açmak, hendek ve siper kazmak, top çekmek, gülle, ağırlık ve zahire nakletmek gibi vazîfeler yaparlar; sulh zamanlarında ise, ihtiyâca göre, kale tamiri, mâdenlerde çalışma, tersane hizmeti gibi görevlerde bulunurlardı.

 

Rumeli’de yayalarla aynı hizmeti gören yörükler; Tanrıdağı, Kocacık, Vize, Naldöken, Ofcabolu yörükleri gibi muhtelif mıntıkalarda bulunurlardı. Her mıntıkanın yürüklerinin başında da bir yörükbeyi vardı. Yirmi dört yörük, bir ocak sayılırdı. Her yirmi dört yörükten dördü sefere nöbetleşe gider, diğerleri yamak olarak yerlerinde kalırlardı.

Harp, Anadolu’da ise yayalar; Rumeli’de ise, yörükler sefere giderlerdi. Gerek yayalar ve gerekse yörükler yaya yâni piyade sınıfından olup; ok, yay, kalkan, kılıç ve künder denilen kargı gibi silâhları bulunurdu.

 

II-DONANMA (DENİZ ORDUSU)

Osmanlı Donanması ( Donanma-yı Hümayun) önceleri deniz askerleri tersane ocakları denilen birkaç ocaktan oluşur, "Tersane Halkı" ile "Harp Sınıfından olmak üzere iki bölümden meydana gelirdi.

Her iki bölümün âmir ve komutanı "Kaptan Paşa" idi. "Tersane Kethüdası" ve "Tersane Ağası" da deniz askerlerinin büyük rütbeli kişilerini meydana getirirdi. Sonraları "Kapudane-i Hümâyun" adını alan birincisi

Kaptan Paşa'nın muavini olup, ikincisi ise bunun yokluğunda vekalet ederdi.

 

Tersanede çalışan tersane halkı azaplardan oluşurdu. Bunlar Reis, Odabaşı, Aşçıbaşı adlarında üç subayın komutasında bulunur, reise "gardiyan başı" da denirdi.

 

Azablar her biri beş altı kişiden oluşmak üzere birçok küçük ortalara bölünmüş bulunur, tersane nöbet beklemek, subayların filikalarını çalıştırmak, İzmit'ten kereste getirmek ve zindanda bulunan hükümlüleri muhafaza etmek gibi görevleri yerine getirir, bir kısmı da kalafatçılık yapardı. Azabların bir sınıfı da top ve humbara atışı gibi askeri eğitimler de yaptıklarından gerektiğinde bunlar aşağıda sayılacak savaş sınıfında da görev alırlardı.

 

Tersanede Tersane emini; tersane katibi, liman katibi, zindan katibi gibi bazı subaylar' da hizmet görürlerdi.

Komutanı "Kaptan Paşa" olarak adlandırılan deniz askerleri Tersane Halkı ile Harp Sınıfından oluşan Tersane Ocakları denen ocaktan oluşurdu. Tersane Kethüdası ve Tersane Ağası'da deniz askerlerinin büyük rütbeli komutanları idi. Sonraları Kapudane-i Hümâyun adını alan birincisi Kaptan Paşa'nın yardımcısı, ikincisi ise yokluğunda vekalet eden komutan idi.

 

Deniz askerinin harp sınıfı; 

1. Levendler  

2. Tımar ve zeamet kişileri  

3. Tayfalar  

4. Forsalardan oluşurdu. 17. yüzyıl sonunda bunlara "kalyoncu" adıyla bir sınıf daha eklenmiştir.

 

 

Osmanlı kıyılarında bulunan bazı sancaklardan "Kaptan Paşa Eyaleti" adıyla meydana getirilen eyalette, yöresel asayişi sağlamak için, diğer eyaletlerdeki "Yerli Kulu" askerlerine benzer, sancak beyleri tarafından kullanılan askerlere "Levend" adı verilmişti. Bunlar gereğinde savaş gemilerine Tüfekçi erleri olarak yani silah taşıyarak katılırlardı. Levendler arasında rumlar da çalıştırıldığından, bunlara da "Levend-i Rumi" denirdi.

 

Kaptan Paşa eyaleti de öteki eyaletler gibi, has, zeamet ve tımar'a bölündüğünden, Padişah Donanmasının hareketi halinde adı geçen eyaletlerin zeamet ve tımar sahipleri ile bunların yasal olarak çıkarmağa zorunlu oldukları "Cebelu" lar da silahlandırılmış olarak padişah donanmasına katılırlardı.

 

Her savaş gemisinin deniz hizmeti, "Tayfa" adıyla 20-30 kişiye verilmişti. Tayfalara "Oda Başı" adında bir subay komuta ederdi. Savaş gemilerinin büyük kısmı küreklede hareket ettirildiklerinden, çoğunlukla suçlu ve esirlerden oluşan Forsa lar kürekçilik görevini yaparlardı. Her gemide bu forsa lar Gardiyan başı adında bir subayın gözetiminde bulunurlardı.

 Tutsaklar arasında en kıdemlisine reis adı verilir, O da geminin kılavuzluk işini görür, dümene de bakardı. Akdeniz de özellikle Adalar Denizinde kıyıların doğal oluşumlarından dolayı fırtınalı havalarda sığınabilecek birçok yerler bulunduğundan, Osmanlılar rüzgârın esintisine uymaya zorunlu olmayarak kendileri her an denize egemen olabilmek için kürekle yüzen küçük gemilere daha ziyade önem vermişlerdir. Fakat sonraları büyük gemilerin gerekliliğini kavramışlardır. Tam arma ve yelkenli olan bu gibi büyük gemilerin manevrası silah fenninde özel maharet istediğinden, kalyon adıyla inşa olunan büyük gemiler için kalyoncu adiyle bir sınıf gemici askeri daha kurulmuştur.

 

Donanma, Kaptan Paşa'nın emir ve komutasında olarak denize açıldığı zaman onu meydana getiren fırka ve filoların emir ve komutası beylerbeyi ve sancak beylerine aitti. Başlangıçta bu gibi komutanların başkaca adları yoktu.

  Sonraları fırka ve filo komutanlarına patrona ve piyale denilmeye başlanmıştır. Bu adlar da denizcilikte rütbe sırasına geçmiştir ki, bugün birincisine Ferik, ikincisine Liva denilmektedir.

Osmanlı Ordusu ile ilgili kısa anlatım için tıklayın