Türk İslam Devletleri

14. yy sonunda merkezi Diyarbakır olmak üzere Kara-yülük Osman Bey tarafından kurulmuştur. En parlak dönemi Uzun Hasan zamanıdır.Bu dönemde Karakoyunlu devletine son vererek merkez Tebriz’e taşınmıştır. Otlukbeli savaşında (1473) Osmanlı Devleti’ne yenilerek Safevi devletince yıkılmışlardır.

I- SIYASî TARIH

a) Akkoyunlular'ın menşei ve kuruluşu

Akkoyunlular, 1340-1514 yılları arasında Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Irak'ta hüküm sürmüş olan bir Türkmen hanedanıdır. Devletin kurucusu olan Karayülük Osman Bey Oğuzların Bayındır boyuna mensuptur. Bu sebeple Akkoyunlu Devleti'ne Bayındırıyye Devleti de denilmektedir. Akkoyunlular'ın Anadolu'ya ne zaman ve hangi yoldan geldikleri bilinmemektedir. Ancak Moğol istilası sonucunda Anadolu'ya gelen pek çok Türkmen grubu arasında Bayındır Türkmenlerinin de bulunduğu tahmin edilmektedir. Akkoyunlu oymağının Anadolu'ya geliş tarihi hakkında en güvenilir bilgiyi, Akkoyunlu sülâlesinin tarihi olan Ebu Bekr-i Tihrani'nin eserinde bulmak mümkündür. Buna göre, 52. göbekte Oğuz Han'a ulaşan Karayülük Osman Bey'in bağlı olduğu Bayındır oymağı, ilk önce XIII. yüzyılın başlarında Doğu Anadolu'ya gelmişler, burada Moğol istilâsına karşı koyarak Diyarbekir bölgesine egemen olup, Trabzon-Rum İmparatorluğu ve Gürcüler'le mücadele etmişlerdir.

Akkoyunlular siyasî bir birlik kurmadan önce güneyde Urfa ve Mardin, kuzeyde Bayburt olmak üzere Firat ve Dicle yöresinde yaylayip-kislamaktaydilar. Bu sirada, en büyük düsmanlari olan Karakoyunlular ile de mücâdele ediyorlardi.

Ilhanlilar'in yikilmasindan sonra, onun hakimiyet sahasi üzerinde birbirleriyle mücâdele eden Celayir, Çoban ve Sotay sülâlelerinin kavgalarina katilan Akkoyunlular, bu sülâlelerden Musul ve Diyârbekir bölgelerine hakim olan Sotayogullari'nin hizmetine girdiler. Bu ailenin Orta Anadolu'ya çekilmesinden sonra ise Artuklular'a bagli olarak yasamaya devam ettiler. Bu sirada Diyârbekir bölgesinde bazi kent ve kaleleri eline geçiren Akkoyunlular yavas yavas kuvvetleniyorlar, diger boy ve oymaklari kendisine baglayarak devlet kurma yolunda ilerliyorlardi.

Tur Ali Bey

Diyarbekir bölgesini yurt edinen bu Akkoyunlu Türkmenlerinin basinda 1340 yillarinda Tur Ali Bey isminde birisinin bulundugu görülmektedir. Tur Ali Bey 1340-1341 ve 1343 yillarinda olmak üzere iki kez Trabzon Rum Imparatorlugu topraklarina saldirmis, hatta bu devletin baskentine kadar ilerlemisti. Daha sonra Bayburt ve Erzincan emirleriyle birleserek bir kez daha Trabzon üzerine yürümüsse de bir basari elde edememistir(1348).

Tur Ali Bey Ilhanlilar'dan Gazan Han'in maiyetinde Suriye seferine istirak etmis ve bu sefer sirasinda büyük gayret ve kahramanlik göstererek Gazan Han'in teveccühünü kazanmistir. Bu basaridan sonra etrafina 30.000 kisilik bir kuvvet toplayan Tur Ali Bey, Anadolu, Suriye ve Irak taraflarina çesitli akinlar yapti. Tur Ali Bey zamaninda Akkoyunlular'a, bu beyin söhretinden dolayi Tur Alilîler de denilmekteydi.

Tur Ali Bey'in gerek Anadolu'da ve gerekse Trabzon Rum Imparatorlugu karsisinda kazandigi bu basarilar üzerine Imparator III. Aleksios korkuya kapilmis ve onunla dostluk kurmak üzere kizkardesi Maria'yi Tur Ali Bey'in oglu Kutlu Bey ile evlendirmistir (1352). Böylece imparator hem Tur Ali Bey'in yapacagi yeni akinlardan ve hem de onun himayesi ile digerlerinin hücumlarindan kurtulacagini hesaplamistir ki bu tesebbüsünde muvaffak olmus ve 1360 yilina kadar bu taraftan herhangi bir hücuma maruz kalmamistir.

Kutlu Bey

Tur Ali Bey'in ne zaman öldügü kesin olarak bilinmemekle beraber oglu Kutlu Bey'in 1363 yilinda Akkoyunlular'in basinda bulundugu görülmektedir. Büyük bir ihtimalle 1362 yilinda babasinin yerine geçen Fahreddin Kutlu Bey, bir yil sonra karisi Despina ile Aleksios'u ziyaret için Trabzon'a gitmis, imparator da ertesi sene iade-i ziyârette bulunmustur.

Kutlu Bey zamaninda (1362-1388) Anadolu'nun siyasi tablosunda önemli degisikler olmustur. Bu dönemde Bayram Hoca idaresindeki Karakoyunlular Musul'dan Erzurum'a kadar olan bölgelerde hakimiyet kurarak güçlü bir devlet haline gelmislerdi. Erzincan'da ise emir Pir Hüseyin'in ölümü üzerine burasi Mutahharten'in eline geçmisti (1378). Erzincan'daki bu degisikligi kabul etmeyen Eretna devleti hükümdari Alaaddin Ali Bey Mutahharten üzerine yürüyünce, Mutahharten zor durumda kalmis ve Akkoyunlular ile Dulkadirogullari'ndan yardim istemisti. Bu istegi kabul eden Kutlu Bey, ogullarindan Ahmed Bey emrinde mühim bir kuvveti Mutahharten'e yardima gönderdi. Erzincanlilar'in yardimina kosan bu Akkoyunlu kuvvetleri ile Eretna-oglu Alâaddin Bey kuvvetlerinin yaptiklari çarpismayi Kutlu Bey-oglu Ahmed Bey kazandi. Eretnalilar büyük bir bozguna ugradilar.

Akkoyunlular, Kadi Burhaneddin'in Sivas'ta hükümdarligini ilân etmesinden sonra (1381), onun hükûmdarligini tanimayarak buraya bir miktar kuvvet gönderdiler. Kutlu Bey-oglu Ahmed Bey idaresindeki Akkoyunlu kuvvetleri Mutahharten ile birlikte Sivas üzerine yürüyerek kenti savunmakta olan Emir Yusuf Çelebi'yi yendiler, ancak sehri ele geçiremediler.

Akkoyunlular'la Sivas hükümdari Kadi Burhaneddin arasindaki bu düsmanlik, Burhaneddin'in Malatya yakinlarina geldigi bir sirada, Kutlu Bey ogullarinin onun yanina giderek itaat etmeleri ile son buldu. Bu sirada Kadi Burhaneddin'in huzuruna gelen Ahmed Bey, ondan daha önceki davranisi için özür dilemis ve affini istemistir. Hatta ona olan bagliligini göstermek için yaninda bulunan kardesi Karayülük Osman Bey'i rehin olarak vermistir. Baska bir rivayete göre ise, cesaret ve ününü kiskanan kardeslerinin kendisine bir kötülük yapmalarindan çekinen Karayülük Osman onlardan ayrilarak Kadi Burhaneddin'in hizmetine girmistir.

Kutlu Bey, 1389 yilinda vefat etmis olup, Bayburt'un Sinor köyünde defnedilmistir.

Ahmed Bey

Kutlu Bey'in ölümünden sonra Hüseyin, Ahmed, Pir Ali ve Karayülük adindaki ogullari arasindan Ahmet Bey Akkoyunlular'in basina geçti. Ahmet Bey zamaninda Erzincan emîri Mutahharten ile Akkoyunlular'in arasi açildi. Kutlu Bey'in dostu olan Mutahharten onun ölümünden sonra Akkoyunlular'in hakimiyetindeki bir kisim topraklara saldirararak yagma ve tahrip hareketlerine basladi. Mutahharten'in bu tecavüz hareketleri üzerine Ahmet Bey büyük bir kuvvetle onun üzerine yürüdü. Yapilan savasta agir bir yenilgi alan Erzincan kuvvetleri geri çekilirken Mutahharten yarali olarak savas meydanindan güçlükle kaçabildi.

Mutahharten Akkoyunlular'in karsisinda aldigi bu agir yenilgiden sonra, Akkoyunlular'in ezeli düsmani olan Karakoyunlu beyi Nâsireddin Kara Mehmed Bey'den yardim isted.i Akkoyunlular'a karsi saldirmak için bir firsat bekleyen Kara Mehmed, Mutahharten ile birleserek Akkoyunlular'a taarruz ettiler. Bu müttefik kuvvetler karsisinda agir bir yenilgiye ugrayarak askerlerinin büyük bir kismini kaybeden Ahmed Bey Kadi Burhaneddin'e siginmak zorunda kaldi. Kadi Burhaneddin onu çok iyi karsilayarak ikram ve iltifatta bulunmus ve kendisine hil'at vermistir.

Akkoyunlu Ahmed Bey, Kadi Burhaneddin Ahmed'in metbuu olmasina ragmen, ülkesine döndükten sonra onun aleyhinde bir takim faaliyetlere basladi. Kardesi Hüseyin Beyle birlikte Kadi Burhaneddin'in Amasya seferine katilan Ahmed Bey, bu sirada bir kaç defa isyan tesebbüsünde bulundu ise de basarili olamadi. Daha sonra Amasya emiri Ahmed ile ittifak ederek Tokat üzerine yürüme karari aldi. Fakat bunu ögrenen Kadi Burhaneddin derhal Tokat'da bulunan Akkoyunlular üzerine yürümüs ve onun bu anî hareketi karsisinda mukavemet edemeyecegini anlayan Ahmed Bey bir kez daha affini isteyerek bagliligini göstermistir.

Erzincan emiri Mutahharten ile Karakoyunlu beyi Kara Yusuf (1389-1420) anlasarak Akkoyunlular üzerine yürümek üzere hazirliklara basladilar. Mutahharten büyük bir ordu hazirlayarak Karakoyunlu beyleri ile beraber Endris'te Akkoyunlularin karsisina çikti. Ancak yapilan savasta müttefik kuvvetler büyük bir bozguna ugrarken Kara Yusuf Bey esir düsmüs, Mutahharten ise güçlükle canini kurtarmistir. Mutahharten bu yenilginin intikamani almak için kisa bir süre sonra, bu kez yalniz basina Akkoyunlular üzerine yürüdü. Akkoyunlu hükümdari, damadi olan Mutahharten ile baris yapmak istediyse de kardesi Karayülük Osman bunu kabul etmedi. Yapilan savasta Mutahharten ikinci kez Akkoyunlulara yenildi.

Kadi Burhaneddin Ahmed 1394 yilinda Erzincan üzerine bir sefere çikmisti. Bu durumu haber olan Akkoyunlu Ahmed Bey elçi ve mektuplar göndermek sureti ile kendisine yardimci olacagini bildirdi. Erzincan sinirinda birlesen Akkoyunlu ve Sivas kuvvetleri Erzincan içlerine kadar girerek bir ay müddetle Mutahharten'in ülkesini görülmemis bir biçimde yagma ve tahrip ettiler. Bu sefer sirasinda Ezdebir, Sis ve Burtulus kalelerini zapteden Kadi Burhaneddin, Sivas'a dönerken yardimlarini gördügü Ahmed Bey'e Erzincan'dan Bayburt'a kadar olan bölgeleri dirlik olarak verdi.

Akkoyunlu Ahmed Bey, Kadi Burhaneddin'in Erzincan üzerine yaptigi ikinci seferine de istirak eti (1395). Bu olaydan sonra Akkoyunlu Devleti içerisinde iç karisikliklar çikmis ve kendisine isyan eden Karayülük Osman Bey ile Ahmed Bey'in arasi açilmisti. Osman Bey, Kemah kalesini ele geçirmek isteyince agabeyi Ahmed Bey onun üzerine yürüdü. Bunun üzerine Osman Bey Kadi Burhaneddin Ahmed Bey'in yanina giderek onun hizmetine girdi.

Bu olaydan sonra Akkoyunlu beyi Ahmed Bey ile Kadi Burhaneddin'in arasi açilmaya basladi. Nitekim Ahmed Bey, Kadi Burhaneddin'in Karaman-oglu üzerine yaptigi sefere katilmadigi gibi, onun, isyan eden Kayseri valisi Seyh Müeyyed'e karsi giristigi harekete de istirak etmedi. Ancak Seyh Müeyyed'in öldürülmesi ile neticelenen bu seferde Kadi Burhaneddin, Akkoyunlu Karayülük Osman Bey'in büyük yardim ve destegini gördü. Hatta onun bu yardimina karsilik kendisine Sarki Karahisar'i verdi. Ancak Kadi Burhaneddin ile Karayülük Osman Bey'in arasi, Seyh Müeyyed'in öldürülmesi yüzünden açildi. Çünkü Seyh Müeyyed, Osman Bey vasitasiyla canina dokunulmayacagina söz verildigi için teslim olmustu. Kadi Burhaneddin ise böyle olmasina ragmen, teminat verdigi halde Müeyyed'i öldürtünce, Karayülük Osman Bey onun bu davranisina çok sinirlendi ve anî bir baskin düzenleyerek Kadi Burhaneddin'i gafil avladi. Onu yakaladiktan sonra öldürttü (Temmuz 1398).

Kadi Burhaneddin'in öldürülmesinden sonra Karayülük Osman Bey Sivas'i ele geçirmek için sehri muhasara etti. Ancak, sehirde bulunan devlet erkâni ve emirler onu sehre sokmayarak Kadi Burhaneddin'in hayatta kalan oglu Alaaddin Ali Çelebi'yi hükümdar ilân ettiler. Sivas'i Akkoyunlular'a teslim etmek istemeyen yeni hükümdar Osman Bey'e mukavemet edemeyecegini anlayinca Osmanli Padisahi Yildirim Bayezid'den yardim istedi. Bunun üzerine Sivas'a gelen Osmanli ordusu Osman Bey'i maglup etti ve böylece Kadi Burhaneddin'in arazisinin büyük bir kismi Osmanli hakimiyetine geçti.

Osmanlilar karsisinda yenilgiye ugrayan Karayülük Osman Bey, önce ezeli düsmani olan Mutahharten'in hizmetine girdi. Ancak burada kisa bir süre kaldiktan sonra Memlûk sultani Berkuk'a müracaat ederek onun tabiiyetine girdi. Ancak Berkuk'un ölümü üzerine Misir'da karisikliklarin tehlikeli bir durum arzetmesi ve Osmanlilar'in Memlûklular elindeki Anadolu sehirlerini almasindan sonra, Memlûklular'a yaptigi yardimi kesen Osman Bey bu sefer daha önce tabiiyetini arzetmis oldugu Timur'un yanina gitmeyi menfaatine daha uygun buldu. Bu düsünce ile, Karabag'da kislamakta olan Timur'un yanina giderek bütün kabilesi ile birlikte onun hizmetine girdi. Timur, kendisine ikram ve iltifatta bulunarak ona Anadolu'da bir bölgeyi emanet olarak verecegini vaad etti.

Karayülük Osman Bey, Timur'un 1400 yilinda Anadolu'ya yaptigi sefer sirasinda öncülük yapti ve Sivas, Elbistan ve Malatya'nin Osmanlilar'dan alinmasinda hazir bulundu. Timur, Osman Bey'in bu hizmetine karsilik kendisine Malatya'yi verdi. Bu savaslarda Karayülük-oglu Ibrahim Bey de fevkalâde kahramanlik gösterdiginden Timur ona da Diyarbekir (Amid) sehrini vermistir. Timur'un Suriye seferinde Osman Bey ve ogullari da hazir bulunarak yararlilik gösterdiler. Bu seferden dönüsünde Mardin'i kusatan Timur, çok geçmeden Irak üzerine yürüyünce kentin kusatilmasini Karayülük'e birakti. Mardin'i ele geçiren Karayülük, oglu araciligiyla Hisn-Keyfa hâkimini kendisine boyun egmeye ve vergi vermeye mecbur birakti.

Timur'un 1402'de Yildirim Bâyazid'le yaptigi Ankara Savasi'na Akkoyunlulardan Karayülük'ün yanisira agabeyleri Ahmed ve Pir Ali Beyler de istirak ettiler. Savas sirasinda, Osmanlilar'in sol koluna kumanda eden Süleyman Çelebi üzerine yürüyen Karayülük Osman Bey, bu cenahi bozguna ugratmis ve Ankara Savasi'nin kazanilmasinda önemli rol oynamistir. Kisi Anadolu'da geçiren Timur, 1403 yilinda ülkeyi terk ederken Sivas'a geldigi zaman Osman Bey'e hil'at giydirmis ve ona Diyarbekir ve çevresinin emirligini vermistir. Akkoyunlu Ahmed Bey ile kardesi Pir Ali Bey ise, Timur'un dönüsü sirasinda hapsedildiklerinden Karayülük Osman Bey rahatça ülkesine geldi ve Akkoyunlu Devleti'ni kurdu (1403).

Saltanatinin ilk yillarinda Timur'a tabi olan Osman Bey onun ölümünden sonra oglu Sahruh'a bagli kaldi. Osmanli hükümdarlariyla da dost geçinmeye dikkat eden Karayülük, bilhassa Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf ile mücadele etti. Memlûklu sultanlari Farac ve Müeyyed Seyh ile de dostane iliskiler kurmaya çalisan Karayülük , bu devletin basina Sultan Barsbay'in geçisinden sonra aradaki dostluk bozulmaya basladi.

Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf, bu sirada Azerbeycan'i ele geçirerek Akkoyunlular'i tehdide basladi. O, 1409 yilinda Mardin'i, 1410 yilinda da Erzincan'i ülkesine katarak Akkoyunlular'i iki taraftan çevirdi. Karayülük Osman Bey ise,Timuru'un kumandani Semseddin'in idaresinde bulunan Kemah kalesini alarak Karakoyunlular'a karsi durumunu kuvvetlendirmeye çalisti. Bu sirada Çagatay hükümdari Sahruh ile Memlük Sultani da Karayülük Osman'i destekliyorlardi. Bütün bunlara ragmen Karayülük üzerine yürüyen Kara Yusuf, Akkoyunlu beyini bozguna ugratarak Malatya'ya kadar olan bölgeyi yagmaladi (1417).

Bu sirada Memlûk tehlikesinin görülmesi üzerine iki taraf anlasmak zorunda kaldi. Savur kalesininin Karakoyunlular'a birakilmasi sartiyla bir baris yapildiysa da bu anlasma pek uzun sürmedi. Kisa bir süre sonra Karayülük Osman Bey Memlûk sultani ve Sahrah'un da tesviki ile Mardin'i kusatti ve çevresini de yagmaladi. Bu durumu haber alan Kara Yusuf derhal Karayülük üzerine geldi ve onu iki defa maglup ederek Haleb'e çekilmesine sebep oldu (1418).

Akkoyunlular ile Karakoyunlular arasindaki mücalede, 1420 yilinda Kara Yusuf'un ölümünden sonra yerine geçen oglu Iskender Mirza zamaninda daha da siddetlenerek devam etti. Bu sirada Erzincan'i Akkoyunlu topraklarina katan Karayülük Osman Bey, Çoruh havzasinin tamamini eline geçirerek devletinin sinirlarini Trabzon Rum Imparatorlugu arazisinden Urfa güneyine kadar genisletti. Bu sirada bir çok defa Iskender Mirza ile karsilasan Karayülük Osman Bey, bunlarin ekserisinde bozguna ugradi. Ancak 1434 yilinda, Diyarbekir'den büyük bir kuvvetle Erzurum önlerine gelen Osman Bey, Duharlu Pir Ahmed Bey'in Iskender Mirza adina idare ettigi bu sehri eline geçirdi. Buranin idaresini de oglu Seyh Hasan'a birakti.

Timur-oglu Sahruh'un Karakoyunlular üzerine yaptigi seferlerde onun yaninda bulunan Karayülük Osman Bey, Sahruh'un üçüncü Karakoyunlu seferinde Iskender'in Tebriz'den ayrilarak Erzurum'a dogru kaçmasi üzerine onun önünü kesti. Ancak, Erzurum'un kuzey-bati kesiminde karsilasan Akkoyunlu ve Karakoyunlu kuvvetleri arasinda yapilan savasta Osman Bey iki oglu ile beraber maktûl düstü (Eylül 1435). Iskender Mirza onun kesik basini Memlûklu Sultani Barsbay'a gönderdi.

Otuz iki yil kadar Akkoyunlu Devleti'nin basinda kalan Karayülük Osman Bey öldürüldügü zaman seksen yasindan fazlaydi. Cesur, atilgan ve yilmak bilmeyen bir sahsiyete sahip olan Osman Bey hayatinin tamamini mücâdele içerisinde geçirdi. Zamaninda Akkoyunlu devleti Erzincan, Harput, Kemah, Çemiskezek, Mardin, Erzurum, Bayburt ve Çaruh havzasina hakim olmus ve bu bölgelerin Türklesmesinde Osman Bey'in büyük yararliligi görülmüstür.

Ali Bey

Karayülük Osman Bey'in ölümünden sonra ogullari iktidar mücadelesine giristilerse de, bunlardan veliaht olan Ali Bey, hem Sahruh, hem de Memlûk sultanindan beylik mensûrunu aldi. Kisa süren beylik döneminde bir yandan Karakoyunlularin saldirilari ile ugrasan Ali Bey, bir yandan da kardesi Mardin valisi Hamza Bey ile mücadele etti. Ali Bey kizkardesini Sahruh'un ogluna vererek Timurlularla akrabalik tesis etti. Kardesi Hamza Bey'in isyani ve Karakoyunlu baskisi sonucunda iki düsmana karsi koyamayacagini anlayinca Osmanli hükümdari II. Murad ile Memlûk sultani Çakmak'tan yardim istemek zorunda kaldi. Bir ara Memlûklular'dan gelen yardimla kardesini bozguna ugrattiysa da, Memlûklularin çekilmesinden sonra Osmanlilar'dan bekledigi yardimin gelmemesi üzerine ümitsizlige düserek Suriye'ye çekildi. Böylece Akkoyunlu devleti kardesi Hamza Bey'in eline geçti (1438).

Hamza Bey

Akkoyunlu Devleti sehirlerinden Mardin hakimi olan Hamza Bey, Karayülük Osman Bey'in onüç oglu arasinda en dirayetlisi idi. Mardin hakimi iken, burasini geri almak isteyen Bagdat Hakimi Karakoyunlu Isfehan Mirza'yi 1437 yilinda agir bir maglubiyete ugratmis ve bu zafer onun mevkini kuvvetlendirmisti. Hamza Bey, kardesi Ali Bey'in elinden devlet idaresini aldiktan sonra diger kardesleri ve yegenlerinin muhalefeti ile karsilasti. Ancak kisa sürede devlete hakim olan Hamza Bey, Akkoyunlu birligini yeniden kurmaya çalisti. Memluk sultani tarafindan da taninan Hamza Bey Erzincan hakimi Yakub Bey ile mücadeleye giristi ve onun elinden Erzincan'i aldi (1439). Daha sonra Urfa'ya yerlesmis olan kardesi Ali Bey'in oglu Cihangir Mirza'dan burasini almak istediyse de basarili olamadi. Cihangir Mirza, kardesi Uzun Hasan'la birlikte amcasina muhâlefet ediyordu.

Kisa süren beylik döneminde kardesleri ve yegenlerini itaat altina almak için mücadele eden Hamza Bey 1444 yilinda vefat etti.

Cihangir Mirza

Hamza Bey'in ölümü üzerine yerine kardesi Ali Bey'in oglu Cihangir Mirza geçti. Amcasinin zamaninda Urfa hakimi olan Cihangir Mirza, Akkoyunlu devletinin basina geçtikten sonra Karakoyunlu Cihansah ile mücadeleye giristi. Cihansah'in 1447'de baslayan taarruzu 1453'de yapilan barisla sona erdi. Ancak Cihangir, Karakoyunlulara tabi olmak zorunda kaldi. Bu arada amcalari Mahmud, Seyh Hasan ve Kasim Beyler ile baska amca çocuklari ona karsi faaliyet göstermeye basladilar. Cihangir Mirza bu ayaklanmalari bertaraf ettiyse de bu kez küçük kardesi Uzun Hasan Bey, agabeyinin Karakoyunlu tabiiyetini tanimayarak ona karsi çikti. Bu sirada yirmisekiz yasinda bulunan Uzun Hasan Bey, Karakoyunlu Cihansah'in Çagataylilarla ugrasmasindan faydalanarak Erzincan'i almaya tesebbüs etti. Van gölü çevresini yagmaladi. Çemiskezek hakimi Seyh Hasan'i itaat altina almak için o yörede bulundugu sirada agabeyi Cihangir'in âmid (Diyarbekir)'den ayrilmasini firsat bilerek sehri ele geçirdi (1453).

Agabeyinin elinden Diyarbekir'i olan Uzun Hasan Bey, ilk is olarak kardesleri Cihangir ve Urfa (Ruhâ) hakimi Uveys ile mücadeleye girdi ve Urfa'yi aldi. Mardin'i de ele geçirmek istediyse de müstahkem bir kaleye sahip olan bu sehri ele geçiremedi. Cihangir Mirza ise kardesi Üveys Bey'le beraber bir kaç kez Uzun Hasan'a karsi savasa giristiyse de hepsinde bozguna ugradi ve sonunda Karakoyunlu Cihansah'tan yardim istedi. Karakoyunlu hükümdari Cihansah, Piri, Savalan, Rüstem, Sah Haci, Gaverüdi ve Ali Seker Bey emrindeki büyük bir kuvveti Cihangir'in yardimina gönderdi. Uzun Hasan Diyârbekir yakininda bu müttefik kuvvetleri büyük bir hezimete ugratti. Savas sonunda Cihangir ve Piri Bey canlarini güçlükle kurtararak kaçtilar. Karakoyunlu emirlerinin pek çogunun öldürüldügü bu savastan sonra Cihangir'in emrindeki askerlerin bir kismi Uzun Hasan Bey'in hizmetine girdi. Bunun üzerine Cihangir Mirza, oglunu Hasan Bey'in huzuruna göndererek ona itaatini bildirdi ve bundan sonra ölümüne kadar (1469) Hasan Bey'e bagli kaldi.

Böylece hanedan mensuplari arasinda birligi saglayan Uzun Hasan Akkoyunlu devletinin sinirlarini genisletmeye basladi. Ilk olarak Hisnikeyfa'daki son Eyyubi hükümdarini ortadan kaldirdi (1457). 1458 yilinda ise müttefiki olan Karamanogullari üzerine saldiran Dulkadirli Arslan Bey'i maglûp ederek geri çekilmeye mecbur etti. Uzun Hasan 1459 yilinda Gürcistan'da birkaç kaleyi ele geçirerek Selçuklu soyundan geldiklerini öne süren Egil beylerinin egemenliklerine son verdi. Bu tarihten itibaren Osmanlilarla komsu olan Akkoyunlu Hasan Bey, Fatih Sultan Mehmed ile de mücâdeleye giristi. O, daha önce Karakoyunlular'in ele geçirdikleri yerleri geri aldigi gibi, Sebin Karahisar ve Koyulhisar'i da ele geçirerek Osmanli topraklarina akinlar yapmaya basladi. Osmanli hükümdari Fatih Sultan Mehmed'e karsi kendisine müttefik arayan Uzun Hasan, Anadolu'da Karamanogullari ve Isfendiyarogullari ile anlastiktan sonra Trabzon-Rum Imparatorlugu ve Venedik Cumhuriyeti ile de dostluk kurdu. Bu arada Rum Imparatoru IV. Yuannis'in kizi Katherina ile evlenerek Trabzon'u Fatih'e karsi koruyacagina dair söz verdi. Ancak 1461 yilinda Fatih'in Trabzon'u fethedip Komnenler'in saltanatina son vermesine mani olamadi.

Uzun Hasan, Eyyubiler'in elindeki Hisnikeyfa'yi aldiktan (1462) sonra, Cihansah'in rizasi ile Bayburt'u da ülkesine katti. Daha sonra Gürcistan üzerine bir sefer yaparak bu bölgeleri itaat altina aldi. Bu sirada kendisine siginmis olan Karaman-oglu Ishak Bey'e Karaman-ili hükümdarligini kazandirdi (1464).

Bu tarihten bir yil sonra Dulkadir topraklarina girerek Harput'u ele geçiren Uzun Hasan Bey, böylece devletini Ispir'den Urfa'ya, Sebin Karahisar'dan Siirt'e kadar genisletti. 1466 yilinda bir kez daha Gürcistan üzerine sefer yapan Uzun Hasan, ertesi sene üzerine yürüyen ezeli düsmani Karakoyunlu Cihansah'i gafil avlayarak onu ve adamlarini öldürdü. Böylece Karakoyunlu Devleti'ni tamamen çökerten Uzun Hasan Iran ve Irak topraklarini ele geçirdi. Cihansah'in halefi ve oglu Hasan Ali, ise düzensiz kuvvetlerle 1368 yili baharinda Akkoyunlular üzerine yürüdüyse de basarili olamayinca Timurlulardan Ebu Said'e müracaat ederek, onu Irak ve Iran'i ele geçirmeye tesvik etti. Mart 1468'de Herat'tan hareket eden Ebu Said, Serahs ve Nisabur üzerinden Meshed'e gelince, Uzun Hasan elçiler göndererek baris teklifinde bulundu. Ancak bu teklifi kabul etmeyen Ebu Said, Karabag'da kislamakta olan Uzun Hasan'in üzerine yürüdü. Mahmud-abad civarinda yapilan savasta Uzun Hasan Herat kuvvetlerini agir bir yenilgiye ugratti ve Ebu Said'i de kaçtigi sirada yakalayarak öldürttü (Subat 1469).

Ebu Said'in ölümünden sonra Hemedan'a çekilen Hasan Ali Bey ise, Nisan 1469'da Uzun Hasan'in oglu Ugurlu Mehmed tarafindan öldürüldü. Böylece Azerbaycan ve Iran'a hakim olan Uzun Hasan Bey hükûmet merkezini Tebriz'e tasidi. Horasan'dan Sivas'a kadar uzanan Akkoyunlu Devleti, Uzun Hasan Bey zamaninda büyük bir imparatorluk halini aldi.

Dogu Anadolu, Iran ve Irak'i içine alan kuvvetli bir devlet kurmayi basaran Uzun Hasan Misir ve Osmanli ülkelerini almak düsüncesiyle Venedik'e Haci Mehmed adinda bir elçi göndererek (1472), Osmanlilara karsi bir ittifak kurma çalismalarina basladi. Venedik Cumhuriyeti bunu kabul ederek bazi atesli silahlarla birlikte elçiyi Tebriz'e gönderdiyse de, bu ittifakdan iki devlet de umduklarini bulamadi.

1472 yilinda üçüncü defa Gürcistan'a sefer yapan Uzun Hasan, Tiflis dahil olmak üzere bir çok sehirleri almis ve Gürcü pernslerini itaate mecbur etmistir. Ancak ayni yil içerisinde Suriye'ye yaptigi seferde basarisizliga ugradi.

Öte taraftan, Osmanli padisahi II. Mehmed, Uzun Hasan'in kendisine karsi yürüttügü düsmanca davranisi karsisinda bir yandan sefer hazirligi ile ugrasirken, diger yandan da bir Venedik saldirisini önlemek üzere onlara baris teklifinde bulundu. Ancak Venedik Cumhuriyeti, Egriboz adasinin geri verilmesini isteyince görüsmeler kesildi.

1472 kisini hazirliklarla geçiren Fatih, Mart 1473'te Üsküdar'dan ordusuyla birlikte doguya dogru hareket etti. Ordu Sivas'a gelinceye kadar Sehzâde Mustafa ve Bâyezid'in katilimlariyla yüz bin kisiyi buldu. Uzun Hasan, Fatih'in Erzincan'a geldigini haber alinca, Tebriz'den yetmisbin kisilik kuvvetle hareket etti. Öncü birliklerinin Tercan yakinlarindaki çarpismasinda Akkoyunlular üstünlük sagladilar. Hatta Uzun Hasan'in oglu Ugurlu Mehmed Bey, Rumeli Beylerbeyi Has Murad Pasa'yi pusuya düsürerek askerlerinin çoguyla beraber kiliçtan geçirdi. Bunun üzerine Bayburt'a dogru çekilen Osmanli ordusu, Tercan civarinda Otlukbeli (Üçagizli) mevkinde Uzun Hasan Bey'in ordusu ile karsilasti (11 Agustos 1473). Ögleden aksama kadar sekiz saat süren savas sonunda Osmanli atesli silahlarina dayanamayan Akkoyunlu ordusu bozguna ugradi. Uzun Hasan'in kuvvetlerinden pek çogu öldürüldü, bir kismi da esir alindi. Kendisi ise kaçmayi basardi.

Uzun Hasan Bey, Otlukbeli'nde aldigi bu yenilgiden sonra bati ile münasebetlerini kesti. Onun, Osmanlilar karsisindaki bu yenilgisine kendisi kadar Türk'ü Türk'e kirdirmak isteyen Papa, Macarlar, Lehler, Sicilya ve Venedik krallari da çok üzüldüler.

Otlukbeli maglubiyetinden sonra Gürcüler Uzun Hasan'i tanimamaya basladilar. Bu sebeple Uzun Hasan, 1476 yilinda dördüncü kez Gürcistan seferine çikti. Bu sefer sirasinda da onlari maglup ederek ayaklanmalarina mani oldu. Uzun Hasan bu sefer dönüsünde hastalandi ve 6 Ocak 1478'de Tebriz'de vefat ederek Nasriye Medresesi'ne gömüldü.

XV. asrin en büyük hükümdarlarindan biri olan Uzun Hasan zamaninda Akkoyunlu Devleti Dogu Anadolu'nun yani sira Irak, Iran ve Azerbaycan'a hakim olarak büyük bir imparatorluk halini almistir. Hükümet merkezini Diyarbekir'den Tebriz'e tasiyan Uzun Hasan, Anadolu'daki Akkoyunlu Türkmenlerinin bir çogunu da Iran'a götürmüs ve bu sebeple Dogu Anadolu'daki Türk irkinin azalmasina sebep olmustur. Uzun Hasan, siyasi basarisinin yanisira ülkesinin imarina ve kültür hayatinin gelismesine de büyük önem vermistir. Nitekim Tebriz'de muhtesem bir saray teskilati kurarak devrin ileri gelen ulemâ ve suarâsini etrafinda toplamistir. Ilim adamlarini himaye etmesi dolayisiyla ülkenin her tarafindan gelen ilim ve sanat adamlarinin sayisi her geçen gün artmistir. Bunlardan meshur Celâlüddin Devvanî, Ahlâk-i Celâli adindaki ünlü eserini Uzun Hasan Bey'e ithaf etmistir. Bunun yaninda Akkoyunlular'in tarihi olan Kitâb-i Diyâr-i Bekriyye adli eser de onun zamaninda Ebu Bekr Tihrânî tarafindan yazilmis ve 1471 yili sonunda tamamlanmistir.

Bir çok dinî ve ilmî müesseseler de vücuda getirmis olan Uzun Hasan Bey, Osmanli Devleti teskilâtini örnek alarak devlet islerini tanzime ve teskilatlandirmaya çalismistir. Onun hazirlamis oldugu kanunlar Dogu Anadolu'da Hasan Padisah Kanunlari'' diye meshur olmustur.

Halil Bey

Uzun Hasan'in ölümünden sonra Akkoyunlu Devleti'nin basina, ogullari arasindan Halil Bey geçti (1478). Annesi Selçuk-sah Begüm'ün çabasi ile saltanati eline geçiren Halil Sultan, hiçbir kusuru olmadigi halde kardesi Maksud Bey'i öldürtünce aleyhinde isyanlar çikti. Bu olaydan sonra diger kardeslerinin itimatlari sarsilarak kendisinden yüz çevirmeye basladilar. Halil Sultan her ne kadar amcasi Cihangir'in ogullari Murad ve Ibrahim beylerin isyanlarini bastirdiysa da, Diyârbekir valisi olan kardesi Yakub Bey tarafindan saltanatinin altinci ayinda öldürüldü. Böylece Akkoyunlu tahtina Yakub Bey geçti.

Yakub Bey

Sultan Yakub, hükümdarliginin ilk yilinda kardesi Sultan Halil'in oglu Elvend Bey ile Karayülük'ün ogullarindan Seyh Hasan'in oglu Köse Haci Bey'in Siraz ve Isfahan'da çikarttigi isyanlari kolaylikla bastirdi. Memlûk sultani Kayitbay 1480 yilinda Emir Yasbey kumandasinda Diyârbekir üzerine bir kuvvet sevketti. Sultan Yakub'un bu orduya karsi Bayindir Bey, Sufi Halil Bey ve Biçenoglu Süleyman Bey idaresinde gönderdigi Akkoyunlu kuvvetleri Urfa'yi ele geçirmek üzere olan Memlûk ordusunu agir bir yenilgiye ugratti. Bayindir Bey bu zaferden sonra Sultan Yakub'a karsi isyan ettiyse de, Sultan Yakub'un karsi hareketi sonucunda yenilerek öldürüldü (1481).

Sultan Yakub, iç karisikliklari bastirdiktan sonra Gürcistan üzerine bir sefer yaparak Ahiska basta olmak üzere birçok kaleyi ele geçirdi (1482). Bu tarihten sonra daha çok ülkesinin bayindirligi için çaba harcayan Yakub Bey, babasi gibi ilim adamlarini ve sanatkârlari korumus, hatta kendisi de Türkçe ve Farsça siirler yazmistir. Bu sirada, Sah Ismail'in babasi olan Seyh Haydar, etrafina topladigi kalabalik bir mürid ile siilik mezhebini yaymaya çalisiyor ve etrafa akinlar yapiyordu. Seyh Haydar, 1488 yilinda Sirvan üzerine yürüyerek buranin sahi olan Ferruh Yesar'i çok zor durumda birakti. Kalabalik ve iyi techiz edilmis ordusu olmasina ragmen, Seyh Haydar'in müridleri karsisinda çok zor duruma düsen Sirvan sahi Ferruh Yesar, damadi olan Akkoyunlu Yakub Bey'den yardim istemek zorunda kaldi. Bunun üzerine, kendisi sünni olan Sultan Yakub, siilik faaliyetlerini yakindan takip ettigi Seyh Haydar üzerine yürümenin tam zamani oldugunu düsünerek derhal harekete geçti. Süleyman Bisen emrindeki bir orduyu Safevî Seyhi üzerine gönderdi. Seyh Haydar bu çarpismada az sayida mûridi ile büyük bir gayret göstererek Akkoyunlu ordusunu yenmek üzere iken basindan aldigi bir ok isabeti sonucunda öldü. Ismail disindaki ogullari da bu çarpismada katledildi.

Akkoyunlu Devleti'nin Uzun Hasan'dan sonraki bu mesud ve parlak günleri fazla devam etmedi. 1490 yilinda Tebriz'de meydana çikan bir veba salgini önce Sultanin annesi Selçuk-Sah Begüm'ün, sonra ogullarindan Yusuf Mirza'nin ve en sonunda da Sultan Yakub'un ölümüne sebep oldu. Çok genç yasta iken vefat eden Sultan Yakub Bey'in oniki yil süren hükümdarlik devri Akkoyunlu Devleti'nin parlak bir dönemini teskil eder. Ancak öldügü zaman, çocuklari çok küçük oldugu için Akkoyunlu devleti bir buhran dönemine girmistir.

Baysungur Bey

Sultan Yakub'un ölümü üzerine yerine, çocuk yasta olan üç oglundan Baysungur, devlet ileri gelenleri ve bazi boy beyleri tarafindan hükümdar ilân edildi. Ancak ülkenin baska taraflarinda da, diger boy beyleri baska sehzadeleri hükümdar ilân ettiler. Bu sebeple ülke içerisinde karisikliklar basladi. Baysungur taraftarlari kisa sürede bu karisikliklari önlediler. Bu sirada, genç hükümdarin atabegi olan Sufî Halil, kendisine rakip olan umerânin bir kismi ile bazi sehzâdeleri öldürterek devlet idaresine hakim oldu. Ancak bu durum fazla uzun sürmedi. Onun idaresini istemeyen emirlerin bir çogu Diyârbekir valisi Süleyman Biçen ile anlasarak Sufi Halil'i maglûp ettiler ve onu yakalayarak öldürdüler. Bu olaydan sonra Süleyman Biçen Bey Baysungur'a atabey oldu.

Ancak, emirlerin bir kismi, Alincak kalesinde hapis bulunan Uzun Hasan'in torunu Rüstem Mirza etrafinda toplanarak onu hükümdar ilân ettiler. Süleyman Bey bu kuvvetler üzerine yürüdüyse de maglup olarak Diyarbekir'e kaçti. Bu gelismeler üzerine Sultan Baysungur, annesi tarafindan dedesi olan Sirvan Sahi Ferruh Yesar'in yanina giderek ona sigindi (1492). Diyarbekir'e kaçmis olan Süleman Biçen ise yakalanarak öldürüldü.

Rüstem Bey

Baysungur'un Sirvan Sahi'na siginmasindan sonra Akkoyunlu Devleti'nin basina Rüstem Bey geçti. Bes yil kadar devletinin basinda kalan Rüstem Bey'in hükümdarligi dönemi karisikliklarla doludur. Öncelikle saltanati tekrar elde edebilmek ümidinde olan Baysungur, kardesi Hasan Bey ile birlikte harekete geçti ise de yakalanarak öldürüldü. Daha sonra Isfehan valisi ile Gilan hükümdari isyan ettiler, ancak bu isyan da kisa sürede bastirildi.

Bu isyanlardan sonra Rüstem Bey Safevîler ile mücadeleye giristi. Sultan Yakub zamaninda kendilerine büyük bir darbe indirilen Safevî müridleri, Ali b. Haydar'in etrafinda toplanarak yeniden teskilâtlanmaya baslamislardi. Bir kisim Karakoyunlu boylarini da maiyyetine katan Ali, devlet kurmak için harekete geçti. Ancak ona bu firsati vermek istemeyen Akkoyunlular, onu agir bir yenilgiye ugratarak öldürdüler(1493).

Rüstem Bey'in karsisina, Akkoyunlu tahtini ele geçirmek için yeni bir rakip daha çikti. Ugurlu Mehmed'in oglu ve Fatih Sultan Mehmed'in kizindan torunu olan Ahmed Bey, dayisi Osmanli hükümdari II. Bayezid'den aldigi yardimlarla Rüstem Bey üzerine harekete geçti. Rüstem Bey, Ahmed Bey'e karsi çikti ise de, emirlerinden birçogunun kendisine hiyanet etmesi sebebiyle yenilerek öldürüldü (1496).

Ahmed Bey

Boyunun ve kollarinin kisaligi ve sismanligi sebebiyle Göde lâkabiyla meshur olan Ahmed Bey Akkoyunlu tahtina oturur oturmaz isyanlar bas gösterdi. Bunun üzerine Ahmed Bey isyancilara sert davranarak onlari öldürmeye basladi. Ancak Isfehan tarafinda çikan bir isyani bastirmak için giristigi harekâtta kendisi de öldürüldü. Saltanati bir sene kadar sürdü. Göde Ahmed Bey'in öldürülmesinden sonra Akkoyunlu Devleti hemen hemen parçalanma noktasina geldi. Emirlerin her biri Akkoyunlu sehzâdelerinden birisini ayri ayri yerlerde hükümdar ilân ettiler. Böylece Akkoyunlu Devleti içerisinde siddetli bir karisiklik basladi. Bu mücadeleler sirasinda pek çok emir öldügü gibi, Yezid'de hükümdar ilan edilmis olan Mehmed Mirza da öldürüldü.

'''

Agabeyinin elinden Diyarbekir'i olan Uzun Hasan Bey, ilk is olarak kardesleri Cihangir ve Urfa (Ruhâ) hakimi Uveys ile mücadeleye girdi ve Urfa'yi aldi. Mardin'i de ele geçirmek istediyse de müstahkem bir kaleye sahip olan bu sehri ele geçiremedi. Cihangir Mirza ise kardesi Üveys Bey'le beraber bir kaç kez Uzun Hasan'a karsi savasa giristiyse de hepsinde bozguna ugradi ve sonunda Karakoyunlu Cihansah'tan yardim istedi. Karakoyunlu hükümdari Cihansah, Piri, Savalan, Rüstem, Sah Haci, Gaverüdi ve Ali Seker Bey emrindeki büyük bir kuvveti Cihangir'in yardimina gönderdi. Uzun Hasan Diyârbekir yakininda bu müttefik kuvvetleri büyük bir hezimete ugratti. Savas sonunda Cihangir ve Piri Bey canlarini güçlükle kurtararak kaçtilar. Karakoyunlu emirlerinin pek çogunun öldürüldügü bu savastan sonra Cihangir'in emrindeki askerlerin bir kismi Uzun Hasan Bey'in hizmetine girdi. Bunun üzerine Cihangir Mirza, oglunu Hasan Bey'in huzuruna göndererek ona itaatini bildirdi ve bundan sonra ölümüne kadar (1469) Hasan Bey'e bagli kaldi.

Böylece hanedan mensuplari arasinda birligi saglayan Uzun Hasan Akkoyunlu devletinin sinirlarini genisletmeye basladi. Ilk olarak Hisnikeyfa'daki son Eyyubi hükümdarini ortadan kaldirdi (1457). 1458 yilinda ise müttefiki olan Karamanogullari üzerine saldiran Dulkadirli Arslan Bey'i maglûp ederek geri çekilmeye mecbur etti. Uzun Hasan 1459 yilinda Gürcistan'da birkaç kaleyi ele geçirerek Selçuklu soyundan geldiklerini öne süren Egil beylerinin egemenliklerine son verdi. Bu tarihten itibaren Osmanlilarla komsu olan Akkoyunlu Hasan Bey, Fatih Sultan Mehmed ile de mücâdeleye giristi. O, daha önce Karakoyunlular'in ele geçirdikleri yerleri geri aldigi gibi, Sebin Karahisar ve Koyulhisar'i da ele geçirerek Osmanli topraklarina akinlar yapmaya basladi. Osmanli hükümdari Fatih Sultan Mehmed'e karsi kendisine müttefik arayan Uzun Hasan, Anadolu'da Karamanogullari ve Isfendiyarogullari ile anlastiktan sonra Trabzon-Rum Imparatorlugu ve Venedik Cumhuriyeti ile de dostluk kurdu. Bu arada Rum Imparatoru IV. Yuannis'in kizi Katherina ile evlenerek Trabzon'u Fatih'e karsi koruyacagina dair söz verdi. Ancak 1461 yilinda Fatih'in Trabzon'u fethedip Komnenler'in saltanatina son vermesine mani olamadi.

Uzun Hasan, Eyyubiler'in elindeki Hisnikeyfa'yi aldiktan (1462) sonra, Cihansah'in rizasi ile Bayburt'u da ülkesine katti. Daha sonra Gürcistan üzerine bir sefer yaparak bu bölgeleri itaat altina aldi. Bu sirada kendisine siginmis olan Karaman-oglu Ishak Bey'e Karaman-ili hükümdarligini kazandirdi (1464).

Bu tarihten bir yil sonra Dulkadir topraklarina girerek Harput'u ele geçiren Uzun Hasan Bey, böylece devletini Ispir'den Urfa'ya, Sebin Karahisar'dan Siirt'e kadar genisletti. 1466 yilinda bir kez daha Gürcistan üzerine sefer yapan Uzun Hasan, ertesi sene üzerine yürüyen ezeli düsmani Karakoyunlu Cihansah'i gafil avlayarak onu ve adamlarini öldürdü. Böylece Karakoyunlu Devleti'ni tamamen çökerten Uzun Hasan Iran ve Irak topraklarini ele geçirdi. Cihansah'in halefi ve oglu Hasan Ali, ise düzensiz kuvvetlerle 1368 yili baharinda Akkoyunlular üzerine yürüdüyse de basarili olamayinca Timurlulardan Ebu Said'e müracaat ederek, onu Irak ve Iran'i ele geçirmeye tesvik etti. Mart 1468'de Herat'tan hareket eden Ebu Said, Serahs ve Nisabur üzerinden Meshed'e gelince, Uzun Hasan elçiler göndererek baris teklifinde bulundu. Ancak bu teklifi kabul etmeyen Ebu Said, Karabag'da kislamakta olan Uzun Hasan'in üzerine yürüdü. Mahmud-abad civarinda yapilan savasta Uzun Hasan Herat kuvvetlerini agir bir yenilgiye ugratti ve Ebu Said'i de kaçtigi sirada yakalayarak öldürttü (Subat 1469).

Ebu Said'in ölümünden sonra Hemedan'a çekilen Hasan Ali Bey ise, Nisan 1469'da Uzun Hasan'in oglu Ugurlu Mehmed tarafindan öldürüldü. Böylece Azerbaycan ve Iran'a hakim olan Uzun Hasan Bey hükûmet merkezini Tebriz'e tasidi. Horasan'dan Sivas'a kadar uzanan Akkoyunlu Devleti, Uzun Hasan Bey zamaninda büyük bir imparatorluk halini aldi.

Dogu Anadolu, Iran ve Irak'i içine alan kuvvetli bir devlet kurmayi basaran Uzun Hasan Misir ve Osmanli ülkelerini almak düsüncesiyle Venedik'e Haci Mehmed adinda bir elçi göndererek (1472), Osmanlilara karsi bir ittifak kurma çalismalarina basladi. Venedik Cumhuriyeti bunu kabul ederek bazi atesli silahlarla birlikte elçiyi Tebriz'e gönderdiyse de, bu ittifakdan iki devlet de umduklarini bulamadi.

1472 yilinda üçüncü defa Gürcistan'a sefer yapan Uzun Hasan, Tiflis dahil olmak üzere bir çok sehirleri almis ve Gürcü pernslerini itaate mecbur etmistir. Ancak ayni yil içerisinde Suriye'ye yaptigi seferde basarisizliga ugradi.

Öte taraftan, Osmanli padisahi II. Mehmed, Uzun Hasan'in kendisine karsi yürüttügü düsmanca davranisi karsisinda bir yandan sefer hazirligi ile ugrasirken, diger yandan da bir Venedik saldirisini önlemek üzere onlara baris teklifinde bulundu. Ancak Venedik Cumhuriyeti, Egriboz adasinin geri verilmesini isteyince görüsmeler kesildi.

1472 kisini hazirliklarla geçiren Fatih, Mart 1473'te Üsküdar'dan ordusuyla birlikte doguya dogru hareket etti. Ordu Sivas'a gelinceye kadar Sehzâde Mustafa ve Bâyezid'in katilimlariyla yüz bin kisiyi buldu. Uzun Hasan, Fatih'in Erzincan'a geldigini haber alinca, Tebriz'den yetmisbin kisilik kuvvetle hareket etti. Öncü birliklerinin Tercan yakinlarindaki çarpismasinda Akkoyunlular üstünlük sagladilar. Hatta Uzun Hasan'in oglu Ugurlu Mehmed Bey, Rumeli Beylerbeyi Has Murad Pasa'yi pusuya düsürerek askerlerinin çoguyla beraber kiliçtan geçirdi. Bunun üzerine Bayburt'a dogru çekilen Osmanli ordusu, Tercan civarinda Otlukbeli (Üçagizli) mevkinde Uzun Hasan Bey'in ordusu ile karsilasti (11 Agustos 1473). Ögleden aksama kadar sekiz saat süren savas sonunda Osmanli atesli silahlarina dayanamayan Akkoyunlu ordusu bozguna ugradi. Uzun Hasan'in kuvvetlerinden pek çogu öldürüldü, bir kismi da esir alindi. Kendisi ise kaçmayi basardi.

Uzun Hasan Bey, Otlukbeli'nde aldigi bu yenilgiden sonra bati ile münasebetlerini kesti. Onun, Osmanlilar karsisindaki bu yenilgisine kendisi kadar Türk'ü Türk'e kirdirmak isteyen Papa, Macarlar, Lehler, Sicilya ve Venedik krallari da çok üzüldüler.

Otlukbeli maglubiyetinden sonra Gürcüler Uzun Hasan'i tanimamaya basladilar. Bu sebeple Uzun Hasan, 1476 yilinda dördüncü kez Gürcistan seferine çikti. Bu sefer sirasinda da onlari maglup ederek ayaklanmalarina mani oldu. Uzun Hasan bu sefer dönüsünde hastalandi ve 6 Ocak 1478'de Tebriz'de vefat ederek Nasriye Medresesi'ne gömüldü.

XV. asrin en büyük hükümdarlarindan biri olan Uzun Hasan zamaninda Akkoyunlu Devleti Dogu Anadolu'nun yani sira Irak, Iran ve Azerbaycan'a hakim olarak büyük bir imparatorluk halini almistir. Hükümet merkezini Diyarbekir'den Tebriz'e tasiyan Uzun Hasan, Anadolu'daki Akkoyunlu Türkmenlerinin bir çogunu da Iran'a götürmüs ve bu sebeple Dogu Anadolu'daki Türk irkinin azalmasina sebep olmustur. Uzun Hasan, siyasi basarisinin yanisira ülkesinin imarina ve kültür hayatinin gelismesine de büyük önem vermistir. Nitekim Tebriz'de muhtesem bir saray teskilati kurarak devrin ileri gelen ulemâ ve suarâsini etrafinda toplamistir. Ilim adamlarini himaye etmesi dolayisiyla ülkenin her tarafindan gelen ilim ve sanat adamlarinin sayisi her geçen gün artmistir. Bunlardan meshur Celâlüddin Devvanî, Ahlâk-i Celâli adindaki ünlü eserini Uzun Hasan Bey'e ithaf etmistir. Bunun yaninda Akkoyunlular'in tarihi olan Kitâb-i Diyâr-i Bekriyye adli eser de onun zamaninda Ebu Bekr Tihrânî tarafindan yazilmis ve 1471 yili sonunda tamamlanmistir.

Bir çok dinî ve ilmî müesseseler de vücuda getirmis olan Uzun Hasan Bey, Osmanli Devleti teskilâtini örnek alarak devlet islerini tanzime ve teskilatlandirmaya çalismistir. Onun hazirlamis oldugu kanunlar Dogu Anadolu'da Hasan Padisah Kanunlari'' diye meshur olmustur.

Halil Bey

Uzun Hasan'in ölümünden sonra Akkoyunlu Devleti'nin basina, ogullari arasindan Halil Bey geçti (1478). Annesi Selçuk-sah Begüm'ün çabasi ile saltanati eline geçiren Halil Sultan, hiçbir kusuru olmadigi halde kardesi Maksud Bey'i öldürtünce aleyhinde isyanlar çikti. Bu olaydan sonra diger kardeslerinin itimatlari sarsilarak kendisinden yüz çevirmeye basladilar. Halil Sultan her ne kadar amcasi Cihangir'in ogullari Murad ve Ibrahim beylerin isyanlarini bastirdiysa da, Diyârbekir valisi olan kardesi Yakub Bey tarafindan saltanatinin altinci ayinda öldürüldü. Böylece Akkoyunlu tahtina Yakub Bey geçti.

Yakub Bey

Sultan Yakub, hükümdarliginin ilk yilinda kardesi Sultan Halil'in oglu Elvend Bey ile Karayülük'ün ogullarindan Seyh Hasan'in oglu Köse Haci Bey'in Siraz ve Isfahan'da çikarttigi isyanlari kolaylikla bastirdi. Memlûk sultani Kayitbay 1480 yilinda Emir Yasbey kumandasinda Diyârbekir üzerine bir kuvvet sevketti. Sultan Yakub'un bu orduya karsi Bayindir Bey, Sufi Halil Bey ve Biçenoglu Süleyman Bey idaresinde gönderdigi Akkoyunlu kuvvetleri Urfa'yi ele geçirmek üzere olan Memlûk ordusunu agir bir yenilgiye ugratti. Bayindir Bey bu zaferden sonra Sultan Yakub'a karsi isyan ettiyse de, Sultan Yakub'un karsi hareketi sonucunda yenilerek öldürüldü (1481).

Sultan Yakub, iç karisikliklari bastirdiktan sonra Gürcistan üzerine bir sefer yaparak Ahiska basta olmak üzere birçok kaleyi ele geçirdi (1482). Bu tarihten sonra daha çok ülkesinin bayindirligi için çaba harcayan Yakub Bey, babasi gibi ilim adamlarini ve sanatkârlari korumus, hatta kendisi de Türkçe ve Farsça siirler yazmistir. Bu sirada, Sah Ismail'in babasi olan Seyh Haydar, etrafina topladigi kalabalik bir mürid ile siilik mezhebini yaymaya çalisiyor ve etrafa akinlar yapiyordu. Seyh Haydar, 1488 yilinda Sirvan üzerine yürüyerek buranin sahi olan Ferruh Yesar'i çok zor durumda birakti. Kalabalik ve iyi techiz edilmis ordusu olmasina ragmen, Seyh Haydar'in müridleri karsisinda çok zor duruma düsen Sirvan sahi Ferruh Yesar, damadi olan Akkoyunlu Yakub Bey'den yardim istemek zorunda kaldi. Bunun üzerine, kendisi sünni olan Sultan Yakub, siilik faaliyetlerini yakindan takip ettigi Seyh Haydar üzerine yürümenin tam zamani oldugunu düsünerek derhal harekete geçti. Süleyman Bisen emrindeki bir orduyu Safevî Seyhi üzerine gönderdi. Seyh Haydar bu çarpismada az sayida mûridi ile büyük bir gayret göstererek Akkoyunlu ordusunu yenmek üzere iken basindan aldigi bir ok isabeti sonucunda öldü. Ismail disindaki ogullari da bu çarpismada katledildi.

Akkoyunlu Devleti'nin Uzun Hasan'dan sonraki bu mesud ve parlak günleri fazla devam etmedi. 1490 yilinda Tebriz'de meydana çikan bir veba salgini önce Sultanin annesi Selçuk-Sah Begüm'ün, sonra ogullarindan Yusuf Mirza'nin ve en sonunda da Sultan Yakub'un ölümüne sebep oldu. Çok genç yasta iken vefat eden Sultan Yakub Bey'in oniki yil süren hükümdarlik devri Akkoyunlu Devleti'nin parlak bir dönemini teskil eder. Ancak öldügü zaman, çocuklari çok küçük oldugu için Akkoyunlu devleti bir buhran dönemine girmistir.

Baysungur Bey

Sultan Yakub'un ölümü üzerine yerine, çocuk yasta olan üç oglundan Baysungur, devlet ileri gelenleri ve bazi boy beyleri tarafindan hükümdar ilân edildi. Ancak ülkenin baska taraflarinda da, diger boy beyleri baska sehzadeleri hükümdar ilân ettiler. Bu sebeple ülke içerisinde karisikliklar basladi. Baysungur taraftarlari kisa sürede bu karisikliklari önlediler. Bu sirada, genç hükümdarin atabegi olan Sufî Halil, kendisine rakip olan umerânin bir kismi ile bazi sehzâdeleri öldürterek devlet idaresine hakim oldu. Ancak bu durum fazla uzun sürmedi. Onun idaresini istemeyen emirlerin bir çogu Diyârbekir valisi Süleyman Biçen ile anlasarak Sufi Halil'i maglûp ettiler ve onu yakalayarak öldürdüler. Bu olaydan sonra Süleyman Biçen Bey Baysungur'a atabey oldu.

Ancak, emirlerin bir kismi, Alincak kalesinde hapis bulunan Uzun Hasan'in torunu Rüstem Mirza etrafinda toplanarak onu hükümdar ilân ettiler. Süleyman Bey bu kuvvetler üzerine yürüdüyse de maglup olarak Diyarbekir'e kaçti. Bu gelismeler üzerine Sultan Baysungur, annesi tarafindan dedesi olan Sirvan Sahi Ferruh Yesar'in yanina giderek ona sigindi (1492). Diyarbekir'e kaçmis olan Süleman Biçen ise yakalanarak öldürüldü.

Rüstem Bey

Baysungur'un Sirvan Sahi'na siginmasindan sonra Akkoyunlu Devleti'nin basina Rüstem Bey geçti. Bes yil kadar devletinin basinda kalan Rüstem Bey'in hükümdarligi dönemi karisikliklarla doludur. Öncelikle saltanati tekrar elde edebilmek ümidinde olan Baysungur, kardesi Hasan Bey ile birlikte harekete geçti ise de yakalanarak öldürüldü. Daha sonra Isfehan valisi ile Gilan hükümdari isyan ettiler, ancak bu isyan da kisa sürede bastirildi.

Bu isyanlardan sonra Rüstem Bey Safevîler ile mücadeleye giristi. Sultan Yakub zamaninda kendilerine büyük bir darbe indirilen Safevî müridleri, Ali b. Haydar'in etrafinda toplanarak yeniden teskilâtlanmaya baslamislardi. Bir kisim Karakoyunlu boylarini da maiyyetine katan Ali, devlet kurmak için harekete geçti. Ancak ona bu firsati vermek istemeyen Akkoyunlular, onu agir bir yenilgiye ugratarak öldürdüler(1493).

Rüstem Bey'in karsisina, Akkoyunlu tahtini ele geçirmek için yeni bir rakip daha çikti. Ugurlu Mehmed'in oglu ve Fatih Sultan Mehmed'in kizindan torunu olan Ahmed Bey, dayisi Osmanli hükümdari II. Bayezid'den aldigi yardimlarla Rüstem Bey üzerine harekete geçti. Rüstem Bey, Ahmed Bey'e karsi çikti ise de, emirlerinden birçogunun kendisine hiyanet etmesi sebebiyle yenilerek öldürüldü (1496).

Ahmed Bey

Boyunun ve kollarinin kisaligi ve sismanligi sebebiyle Göde lâkabiyla meshur olan Ahmed Bey Akkoyunlu tahtina oturur oturmaz isyanlar bas gösterdi. Bunun üzerine Ahmed Bey isyancilara sert davranarak onlari öldürmeye basladi. Ancak Isfehan tarafinda çikan bir isyani bastirmak için giristigi harekâtta kendisi de öldürüldü. Saltanati bir sene kadar sürdü. Göde Ahmed Bey'in öldürülmesinden sonra Akkoyunlu Devleti hemen hemen parçalanma noktasina geldi. Emirlerin her biri Akkoyunlu sehzâdelerinden birisini ayri ayri yerlerde hükümdar ilân ettiler. Böylece Akkoyunlu Devleti içerisinde siddetli bir karisiklik basladi. Bu mücadeleler sirasinda pek çok emir öldügü gibi, Yezid'de hükümdar ilan edilmis olan Mehmed Mirza da öldürüldü.

'''

14 yy.’da Erzurum’dan Musul’a uzanan topraklarda Bayram Hoca tarafından kurulmuştur. Kara Yusuf zamanında güçlühale gelmişlerdir. Timur’la savaşan Kara Yusuf yenildi. Ölümünden sonra çocukları arasında taht kavgaları çıktı. Akkoyunlu Devleti tarafından yıkıldılar.

Karakoyunlular, XIV, yüzyılın ikinci yarısında, Van gölü kıyısındaki Erciş merkez olmak üzere kuzeyde Erzurum ve güneyde Musul'a kadar uzanan Doğu Anadolu toprakları üzerinde kurulmuş bir Türkmen devletidir.

I- SİYASİ TARİH

a- Karakoyunlular'ın Menşei ve Kuruluşu

Karakoyunlu kabilesinin adi, totemlerinin koyun olması ile alakalı sayılıyorsa da, eski Türklerde olduğu gibi totem olarak kabul edilen hayvanin etinin yenmesi yasak olduğundan, bu adın onlara ait sürülerin rengi ile ilgili olması daha muhtemeldir. Anadolu'daki Moğol egemenliğinin çöküntüye girmesiyle faaliyete geçen doğu Türkmenlerinin en belli başlı gruplarından biri olan Karakoyunlu boyunun 24 oğuz boyundan hangisine mensup olduğuna dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak XV. yüzyılın Osmanlı tarihçilerinden Mevlâna Sükrullah'ın eserinde Karakoyunlu oymağının Deniz Han'dan geldiği söylenmekte ve bu ifadenin bizzat bu hanedanın en büyük hükümdarlarından Cihanşah'dan alındığı belirtilmektedir. Nitekim Oğuz Han ananesine göre Deniz Han evlâdından sayılan Yıva boyu ile Karakoyunlular arasında kabilevî bir akrabalığın mevcut olduğu hakkında bazı izler bulunduğu anlaşılmaktadır.

Ayrica yaygin bir kanaat olarak Karakoyunlular'in mensup oldugu boyun adi Bâhânî veya Buranlu olarak dageçmektedir. Bu adin bir sahis veya oymak adindan mi, yoksa bir yer adindan mi geldigi kesin olarak anlasilamamaktadir. Bununla beraber bu ismin bir yer adindan gelmis oldugu görüsü ileri sürülmektedir. Bugün Mus vilâyetinde Bârân adinda iki köy adinin bulunmasi ve Karakoyunlular'in Mus ile iliskilerinin olmasi, bu fikre kuvvet kazandirmaktadir.

Karakoyunlu ulusu bir çok oymagin bir araya gelmesiyle meydana gelmistir. Karakoyunlu ulusunu etrafinda toplayarak onun çekirdegini teskil eden Karakoyunlu oymagi, oynadigi idareci rolle kabile özelligini kaybetmistir. Karakoyunlu oymagi etrafinda toplanarak, ayni addaki ulusu meydana getiren oymaklarin basinda hükümdar ailesinin amca-ogullarinin yönettigi Sa'dlu oymagi gelmektedir. Bu boy eskiden beri Sürmelü, Erivan ve Nahcivan yörelerinde oturuyordu. Karakoyunlu Devleti'nin asil dayanagini olusturan iki oymaktan digeri de Baharlu oymagidir. Hemedan bölgesinde oturmakta olan bu oymak, kiz alip verme suretiyle Karakoyunlu oymagi ile akrabalik kurmus ve önemli devlet hizmetlerinde bulunmuslardir. Bunlardan baska Duharlu, Karamanlu, Alpagut, Cakirlu, Ayinlü, Bayramlu, Agaç-eri, Döger ve Hacilu gibi Türkmen oymaklari da Karakoyunlu ulusu içerisinde yer almislardi.

Karakoyunlularin Anadolu'ya gelisleri hakkinda iki görüs ileri sürülmektedir. Bunlardan birincisine göre Karakoyunlular, Argun Han zamaninda (1284-1292) kardes boy olan Akkoyunlular ile birlikte Türkistan'dan Azerbaycan'a gelmis ve daha sonra Erzincan ve Sivas bölgelerinde yurt tutmuslardir. Akkoyunlular ise Diyârbekir tarafinda yerlesmislerdir. Bu görüs kabul edilmemistir. Ikinci görüse göre ise, yaklasik 30.000 çadirdan meydana gelen Karakoyunlular, Cengiz Han'in hücumu üzerine Türe Bey adindaki reislerinin yönetimi altinda Türkistan'dan Maveraünnehir'e ve oradan da Iran yoluyla Dogu Anadolu'ya göç etmislerdir. Bu rivayetin dogru oldugu kabul edilebilir. Çünkü Mogol devrinden önceki zamanlarda Karakoyunlulara ait hiç bir bilgiye sahip olmadigimiz gibi, bunlarin tam göçebe hayat tarzi yasamalari, bu hayat tarzini yasayan zümrelerdeki sert ve siddetli davranislarin onlarda da görülmesi bu söylentinin dogruluguna kuvvet kazandirmaktadir. Ilhanlilar'in Hülagu'dan Ebu Sa'id Bahadir Han'a kadar devam eden güçlü dönemlerinde Karakoyunlu hanedani hakkinda hiçbir bilgi yoktur. Bunlarin da Ebu Sa'id'in ölümünden (1335) sonra Ilhanlilar arasinda baslayan Iç karisikliklar sirasinda harekete geçmis olmalari kuvvetle muhtemel görülmektedir.

1- Bayram Hoca (1351-1380)

Yukarida da belirttigimiz gibi Karakoyunlular, Ilhanli hükümdari Ebu Sa'id Bahadir Han'in ölümünden sonra Erzurum ve çevresinde faaliyete geçmislerdir. Nitekim 1333-1334 yillarinda Anadolu'yu gezen meshur seylah Ibn Battuta, Erzurum'a da gelmis ve bu sehrin büyük bir bölümünün bölgedeki iki Türkmen oymaginin mücadelesi yüzünden oturulamaz hale geldigini kaydetmistir. Ibn Battuta'nin bahsettigi bu iki Türkmen oymaginin Akkoyunlular ile Karakoyunlular oldugu kesindir.

Akkoyunlularin 1340 yilindan itibaren Trabzon Rum Imparatorlugu'na akinlar yapmaya basladigi sirada Karakoyunlular da Sutaylilarin hizmetinde gittikçe ehemmiyet kazanmaya baslamislardi. 1350 yilinda da Barimbay-oglu Ibrahim-Sah'in ölümünden sonra Dogu ve Güney-Dogu Anadolu'da Sutaylilarin hakimeyetleri azalmaya basladi. Nihayet Sutaylilarin son hükümdari Pir-Muhammed'in Türkmen emiri Hüseyin Beg tarafindan öldürülmesiyle Sutaylilar Diyârbekir bölgesinde kalmayip Orta Anadolu'ya dogru göç etmeye basladilar. Iste bu siralarda Bayram Hoca idaresinde bulunan Karakoyunlular Ercis merkez olmak üzere bu bölgede beyliklerini kurmaya muvaffak oldular.

Bayram-Hoca, beyligini kurdugu XIV. yüzyilin ikinci yarisinda Sincar hakimi Pir-Muhammed'i öldürerek emirligi ele geçiren Türkmen emiri Hüseyin Bey'in maiyetinde bulunuyordu. Hüseyin Bey'in emirligi Mardin ve Musul'da taninmasina ragmen Hisn-i keyfa hükümdari Melik Adil onun emirligini tanimadi. Melik Adil, bölgedeki diger emir ve beyleri toplayarak, Türkmenler ile yayladan dönmekte olan Hüseyin Bey'i Batman'in batisindaki Salat (Sallat) Çayi kenarinda karsiladi. Iki taraf arasinda yapilan savasi Türkmenler kazandi. Bitlis, Ahlat, Meyyafarikin ve Hisn-i keyfâ hakimlerinin bir araya geldigi bu müttefik kuvvetler agir bir yenilgiye ugradilar. Melik Adil esir alindi. Bu savasta Hüseyin Bey'in yaninda ve onun en yakin adamlarindan birisi olarak bulunan Karakoyunlu Bayram Hoca, savasin kazanilmasinda önemli bir rol oynadi. Bayram Hoca, bu savastan kisa bir süre sonra Hüseyin Bey'i öldürerek onun yerine geçti (1351). Türkmenlerin büyük bir kismi, her halde nüfuz ve kudret açisindan Hüseyin Bey'den sonra gelen ve belki de onunla akrabaligi bulunan Bayram Hoca'nin emirligini kabul ettiler.

Hüseyin Bey'i öldürdükten sonra bölgenin tek emiri olan Bayram Hoca bir süre sonra Musul'a da hakim olarak buranin idaresini kardesi Bedri Hoca'ya verdi. Daha sonra Mardin'i kusatarak buradaki Artuklu kuvvetlerini bozguna ugratti (1365). Bunun üzerine Mardin emiri melik Mansur, Celayir hükümdari Sultan Üveys'e elçi göndererek Bayram Hoca'dan sikâyette bulundu. Sultan Üveys 1366 ilkbaharinda Bagdat'tan hareket ederek Musul'a geldi. Burada Bayram Hoca'nin kardesi Bedri Hoca bulunuyordu. Sultan Üveys Musul'u onun elinden aldiktan sonra Mardin'e geldi. Sultan Üveys'in Bagdat'tan hareket ettigini ögrenen Bayram Hoca ise, Mardin kusatmasini birakarak Mus taraflarina çekilmisti. Sultan Üveys Mardin'den Mus ovasina geldiginde Karakoyunlu ordusu ile karsilasti. Iki taraf arasinda meydana gelen siddetli çarpisma sonunda Bayram Hoca büyük bir bozguna ugradi. Sultan Üveys de mal ve sürüleri yagmaladiktan sonra Tebriz'e gitti. Bu olaydan sonra Bayram Hoca vergi vermek suretiyle Üveys'e tabi oldu.

1369 yilinda Musul tekrar Karakoyunlularin eline geçti. Ancak burasinin kisa bir süre sonra elden çiktigi anlasiliyor. Çünkü Bayram Hoca 1371 yilinda Musul'u yeniden kusatti. Kusatma bir yildan fazla sürmesine ragmen sehir ele geçirilemedi. Bu sirada bir Memlük ordusunun bu taraflarda görünmesi, Bayram Hoca'nin Musul kusatmasini kaldirmasina sebep oldu.

Bu sirada Memlûklular Sincar'i ele geçirerek buraya Seyfeddin Tak-Buga'yi vali tayin ettiler (1374). Bayram Hoca ayni yil içerisinde burasini kusatinca Seyfeddin Sincar'i ona teslim etmek zorunda kaldi. Ayni yil içinde Celayir hükümdari Sultan Üveys öldü ve yerine zayif bir kisi olan Hüseyin geçti. Bu sirada Muzafferiler'den Sah Suca harekete geçerek Celayir ordusunu yenip bir süre Tebriz'de kaldiktan sonra Isfahan'a döndü. Bu olaylardan yararlanan Bayram Hoca Musul ve Sincar'i yeniden ele geçirdikten sonra Sürmelü, Ala-Kilise, Hoy, Nahcivan ve bazi yerleri sinirlari içerisine dahil etti. Bayram Hoca, daha önce Sultan Üveys'e vermekte oldugu vergiyi kesti. O, Eretna Devleti'nin de zayif düsmesinden yararlanarak Erzurum, Avnik ve Hasan-kale gibi yerleri idaresi altina aldi.

Karakoyunlular'in idaresinde olan Musul, 1375 yilinda Pir Baba adli bir Türkmen emiri tarafindan isgal edildi. Bunun üzerine Bayram Hoca, Hisn-i Keyfa ve Mardin emirlerinin de yardimlari ile Musul'u kusatti. Dört aylik bir kusatma sonunda Pir Baba Karakoyunlular'la anlasmak suretiyle sehri teslim etti. Bayram Hoca, Musul'un idaresini tekrar kardesi Berdi Hoca'ya verdi. Musul, bu tarihten itibaren Karakoyunlu idaresinde kaldi. Pir Baba'nin bu davranisina karsilik Bayram Hoca Sincar'in idaresini ona verdi ve bir kizini da onunla evlendirdi.

Karakoyunlu Türkmen emirinin gittikçe artan kudret ve faaliyetine bir son vermek amaciyla Celayir emirleri Ucan'da toplanarak harekete geçtiler. Ordunun basinda ülkesinde tekrar istikrari saglayan Celayir hükümdari Sultan Hüseyin bulunuyordu. Bu ordu Van gölü çevresindeki bazi yerleri aldiktan sonra Bayram Hoca'nin yegeni Kara Mehmed'in bulundugu Ercis'e geldi. Bu kalabalik ordu karsisinda zor durumda kalan Kara Mehmed, Sultan Hüseyin'e tâbi olacagini, ancak kendisine iki ay süre verilmesini istedi. Sultan bu teklifi kabul etti. Kara Mehmed'in amaci ise zaman kazanmak ve amcasi Bayram Hoca'ya haber vermekti. Derhal Erzurum'da bulunan Bayram Hoca'ya haber gönderdi. Ayrica Ercis'in etrafini hendekle çevirmeye ve surlari tahkime basladi. Fakat Celayir Sultani Hüseyin onun bu hilesini anladi. Bayram Hoca'nin gönderdigi az miktardaki kuvvetler de yenilince Kara Mehmed itaat edecegine ve ödeyecegi vergiyi de bizzat Tebriz'e getirecegine söz verdi. Bunun üzerine Sultan Hüseyin Tebriz'e döndü. Kara Mehmed verdigi söze sadik kalarak 20 gün sonra Tebriz'e gitti.

Erzurum'dan Musul'a kadar uzanan bölgede bir beylik kurmak suretiyle Karakoyunlu oymagini tarih sahnesine çikarmis olan Bayram Hoca 1380 yilinda öldü. O, Mogollar'in birbirleri ile mücadele ederek zayif düsmesinden faydalanip Dogu ve Güneydogu Anadolu'nun iç bölgelerinde Türkmen hakimiyetini kurmustur.

2- Kara Mehmed (1380-1389)

Bayram Hoca'nin ölümünden sonra Karakoyunlu Devleti'nin basina onun kardesi Türemis'in oglu olan Kara Mehmed geçti. Onun saltanatinin ilk yillarinda Celayirliler içerisinde bazi hadiseler cereyan etmekteydi. Celâyir hükümdari Sultan Hüseyin 1382'de kardesi Ahmed tarafindan öldürüldü ve Ahmed Celayir tahtina oturdu. Ancak diger kardesi Seyh Ali ise Ahmed'in hükümdarligini kabul etmeyerek onunla mücadeleye giristi. Seyh Ali, yanina bir miktar asker toplayarak âzerbaycan'a yürüdü. Sultan Ahmed ise Tebriz'de hazirlanarak onu Tebriz yakinlarinda karsiladi. Ancak askerlerinin bir kismi gizlice kardesinin tarafina geçince Sultan Ahmed geri çekilerek Nahçivan'a geldi ve burada Karakoyunlu beyi Kara Mehmed'e haber göndererek yardim istedi. Onun bu istegini kabul eden Mehmed Bey, Sultan Ahmed'i takip etmekte olan Seyh Ali'nin ordusunu askerlerinin sayisinin az olmasina ragmen agir bir yenilgiye ugratti. Kumandan Pir Ali ve ikibine yakin askerinin yanisira Seyh Ali de savas meydaninda kaldi. Böylece Sultan Ahmed, Karakoyunlular sayesinde tahtini muhafaza etti. Bu savas, Karakoyunlu beyi Kara Mehmed'in kuvvet ve söhretini arttirdi.

Kara Mehmed 1383 yilinda Suriye üzerine bir sefer yapmak zorunda kaldi. Bu sirada Ca'ber hakimi olan Salim Bey, Musul hacilarinin yollarini keserek mallarini yagma ediyordu. Kara Mehmet Bey, onun bu hareketine mani olmak için yanina Bozdogan Beylerbeyi'si Ziyaü'l-Mülk'ü de alarak oniki bin kadar bir kuvvetle Salim Bey üzerine yürüdü. Yapilan savasta büyük bir bozguna ugrayan Salim Bey, o sirada Urfa'ya gelmis bulunan Memlûklularin Halep valisi Yilboga'ya sigindi. Karakoyunlular ise pek çok ganimet elde ederek geri döndüler.

Kara Mehmed 1384 yilinda Mardin hükümdari Mecdü'ddin Isa'ya elçiler göndererek kizini kendisine istedi. Ancak Melik Isa bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Kara Mehmed Musul'dan hareketle Mardin üzerine yürüdü. Hisn-i keyfâ hakiminden yardim alan Isâ, Karakoyunlular karsisinda agir bir yenilgiye ugradi. Bu maglubiyet üzerine kiz kardesini Kara Mehmed Bey'e vermeye razi olan Sultan Isâ onunla baris yapti.

Kara Mehmed 1385 yilinda Musul ile Mardin arasindaki topragin sahibi olan amcasi Misir Hoca'yi Kahire'ye göndererek Sultan Berkuk'tan yardim istedi. Onun bu yardim talebinin sebebi kesin olarak bilinmemekle beraber, muhtemelen Yakin-dogu'da görülen Timur tehlikesine karsi bir tedbir olmalidir.

Karakoyunlu beyinin 1387 yilinda baska bir bölgede mücadele ettigi görülmektedir. Bu sirada Erzincan emiri Mutahharten ile Akkoyunlular arasinda baslayan mücâdele, Mutahharten'in yenilgisi ile sonuçlanmis ve o da Karakoyunlu beyi Kara Mehmed'den yardim istemisti. Karakoyunlular'la Akkoyunlular, tarih sahnesine çikislarindan itibaren birbirleriyle mücadele edmeye baslamislardi. Bunlar Anadolu'ya gelislerinden itibaren Dogu ve Güney-dogu Anadolu bölgeleriyle Erzincan havalisi bu iki Türkmen kabilesinin mücadele sahasi idi. Bu sebeple Mutahharten'in teklifini kabul eden Kara Mehmed, onunla birlestikten sonra Akkoyunlular üzerine hareket ederek onlari dar bir yerde sikistirdi. Her taraftan muhasara altina alinmis olan Akkoyunlular agir bir yenilgiye ugradilar. Savas meydanindan güçlükle kaçabilen Ahmed ve kardesi Hüseyin Bey Kadi Burhaneddin'e siginmak zorunda kaldi. Bu tarihten itibaren Mutahharten sik sik Karakoyunlular'la isbirligi yaparak Kadi Burhaneddin'e karsi faaliyetlerde bulundular. Öte taraftan Kadi Burhaneddin de yaninda bulunan Akkoyunlu beylerini onlara karsi kullanmistir.

Bu sirada Karakoyunlular, siyasi varliklarini önemli bir sekilde etkileyebilecek olan büyük bir tehlike ile karsilastilar. 1386 yilinda Bati Iran'i ele geçirmis olan Timur, kisi Karabag da geçirerek baharda dogu Anadolu'nun istilâsina hazirlik yapiyordu. 1387 yilinda Nahcivan yoluyla Anadolu'ya giren Timur, Kara Mehmed'in ogullarindan Misir Hoca'nin elinde bulunan Avnik kalesinin saglam olarak tahkim edilmis olmasi dolayisiyla burasini alamadan Erzurum'a geldi ve kenti ele geçirdi. Erzurum'dan Çapakçur suyu kenarina gelen Timur, burada karargâhini kurduktan sonra oglu Miran Sah emrindeki bir orduyu Karakoyunlu beyi Mehmed Bey üzerine gönderdi. Ancak bu ordu, Çapakçur'un sarp geçit ve bogazlarina çekilen Mehmed Bey'e bir sey yapamadi. Mehmed Bey, üzerine gelen bu Timur kuvvetlerini bozguna ugrattigi gibi Sah Melik ve Lala Hoca gibi Tumurlu emirleri de çarpismalarda öldürdü. Timur, daglarda mevzilenmis olan Kara Mehmed'i yakalayamayacagini anlayinca Mus üzerinden Ahlat'a ve oradan da Iran'a dogru gitti.

Timur'un Anadolu'dan çekilmesinden sonra Kara Mehmed rahat bir nefes aldi. Ancak bu sefer de Tebriz için Celayir emirleri ile mücâdeleye basladi. Karakoyunlu beyi, 1388 yilinda Tebriz'deki Celâyir emirlerinden Devletyar'in da daveti üzerine kalabalik bir ordu ile buraya hareket etti. Karakoyunlu Türkmenleri Tebriz'deki Celâyir emirlerini yakalayarak sehri ele geçirdiler. Buradan Sultan Berkuk'a elçiler gönderen Kara Mehmed, kentte onun adina hutbe okuttugunu ve sikke bastirdigini bildirdi.

Kara Mehmed bu olaydan sonra, Kara (Pir) Hasan adindaki bir Türkmen emiriyle yaptigi muharebede öldürüldü (Nisan 1389). Çok cesur ve kahraman bir emir olan Kara Mehmed, ayni zamanda iyi bir devlet adami idi.

3-Kara Yusuf

Kara Mehmed'in kardesinin oglu olan Kara (Pir) Hasan amcasini öldürdükten sonra onun yerini almak istemisse de, Türkmenler'in büyük bir bölümü Kara Mehmed'in ogullarindan Misir Hoca'nin etrafinda toplandilar. Fakat çok geçmeden onun yerine kardesi Kara Yusuf geçerek Kara Hasan'la mücadeleye giristi. Çok çetin ve kanli mücadelelerden sonra Suriyede'ki Dögerler'in reisi Salim Bey'in araciligiyla iki taraf arasinda baris yapildi.

Karakoyunlular, Mehmed Bey zamaninda Tebriz'i ele geçirdikleri zaman buranin idaresini Çalik ve Kara Bistam'a vererek sehirden ayrilmislardi. Ancak Karakoyunlular'in çekilmesinden sonra burasi tekrar Celayir beylerinin eline geçmisti. Celayir hükümdari Sultan Ahmed'in de zayif bir kisi olmasi sebebiyle Tebriz, Celâyir emirleri arasinda sik sik el degistiriyordu. Kara Yusuf, devlet içinde istikrari sagladiktan sonra Tebriz üzerine yürüyerek burasini tekrar ele geçirdi. Burada bir müddet kaldiktan sonra sehrin idaresini emirlerinden Satilmis'a vererek Dogu Anadolu'ya döndü (1391). Onun buradan ayrilmasindan sonra Celâyir emirlerinden Muhammed Siyahi, Tebriz'i geri almak için ugrastiysa da basarili olamadi.

Kara Yusuf, 1392 yilinda Pir Hasan'in yerine geçen oglu Hüseyin Bey üzerine yürüyerek onu yenilgiye ugrattiktan sonra bir kez daha Tebriz'e gitmek zorunda kaldi. Bu sirada Tebriz, Mahmud-i Halhali adinda bir emirin eline geçmisti. Kara Yusuf, ikinci kez Tebriz'e geldiginde burasini kolaylikla ele geçirerek ülkesine döndü. Tam bu sirada Timur ordusunun Anadolu'ya yaklasmakta oldugu haberi ulasti.

1393 yilinda Irak-i Arab'a ilk seferini yapan Timur, Bagdad'i ele geçirdikten sonra Tekrit'e geldi. Bu sirada Musul ve Erbîl hakimleri hediyelerle onun huzuruna gelerek bagliliklarini bildirdiler. Timur, buradan bölgedeki emirler ile Karakoyunlu ve Akkoyunlu beylerine haber göndererek kendilerine itaat etmelerini istedi. Timur Dicle'yi geçip Dogu Anadolu'ya geldigi zaman Erzincan emiri Muttahharten daha önce de yaptigi gibi muhtesem bir alay ve zengin hediyeler ile onun yanina giderek bagliligini ve hizmetinde oldugunu arzetti. Ordusuyla Mardin civarinda Ra'sü'l-Ayn'a gelen Timur, buradan bir kisim kuvvetini Karakoyunlu arazisine göndererek yagma ettirdi. 1393 yilinin sonuna kadar Mardin ve Diyarbekir bölglerinde faaliyetlerde bulunan Timur, 1394 yilinda Kara Yusuf'un bulundugu Mus ovasina geldi. Kara Yusuf, Timur'un kalabalik ordusu karsisina çikamayarak sarp daglara çekildi. Bunun üzerine Timur, Karakoyunlu beyinin kardesi Misir Hoca'nin idaresinde olan Avnik kalesini muhasara etti. Burasi 43 günlük bir muhasaradan sonra Timur'un eline geçti. Timur, sehrin emiri Misir Hoca'yi Mardin meliki Isa ile birlikte önce Sultaniye'ye ve oradan da Smerkand'a gönderdi. Avnik'i emirlerinden Atlamis'a verdikten sonra kendisi Altin-Ordu Hani Toktamis'i itaat altina almak üzere Anadolu'dan ayrildi.

Kara Yusuf, Timur'un Dogu Anadolu'dan ayrilmasindan sonra Ercis'i geri aldi. Daha sonra Avnik emiri Atlamis ile yaptigi mücadelede onu esir olarak Avnik'e tekrar hakim oldu (1395). Bu olaylar sirasinda Timur, Hindistan üzerine basarili bir sefer yapmis ve Semerkand'a dönmüstü. Onun 1399 yilinda yeniden Yakin-dogu'da görülmesi bütün düsmanlarini telas ve endiseye düsürdü. Bunun üzerine Kara Yusuf, Van gölü çevresindeki ata-yurdunu birakarak Musul taraflarina çekildi. Timur Karabag'a geldigi sirada torunu Emir-zâde Rüstem emrindeki bir kisim kuvvetini Bagdat'in zabti için gönderdi. Bagdat hükümdari Sultan Ahmed Celayir, emirlerinin kendisine ihanetinden süphelenerek maiyetinde az bir kimse oldugu halde Musul'da bulunan Kara Yusuf'un yanina geldi. Bir müddet burada kalan Sultan Ahmed, Emirzâde Rüstem'in Bagdat'tan ayrildigini haber alinca Kara Yusuf'a çesitli vaadlerde bulunarak birlikte Bagdat'a gitmeyi teklif etti. Nitekim Sultan Ahmed, yaninda Kara Yusuf oldugu halde Bagdat'a gelerek buraya kolayca hakim oldu. Ancak bu sirada Bingöl yaylasinda bulunan Timur, Sivas üzerine yürümek üzere hazirlik yapiyordu. Böylece Timur, gerek Anadolu'yu zabtetmek ve gerekse Suriye sinirina inmek üzere onlari arkadan çevirmis olacakti. Timur'un bu niyetinden haberdar olan Sultan Ahmed ve Kara Yusuf, Timurlular tarafindan çember içine alinmaktan korkarak Memlûk sultani Ebu'l-Ferec'in yanina gitmeye karar verdiler. Yanlarina emirlerini ve kuvvetlerini alarak derhal yola çiktilar. Ancak Halep nâibi Demirtas bunlarin yolunu keserek Suriye'ye girmelerine müsaade etmedi. Bunun üzerine Halep önünde iki taraf arasinda siddetli bir savas oldu. Neticede Demirtas agir bir yenilgiye ugradi. Bu savas sirasinda Halep atabegi Canbeg el-Yahyavî öldü, Hama nâibi Dokmak ile Bire nâibi Nâsireddin ise esir alindi (19 Haziran 1400).

Bu olaydan sonra Kara Yusuf ile Celâyir hükümdari Sultan Ahmed, Misir'a gitmekten çekinerek Osmanli hükümdari Yildirim Bâyezid'e siginmaya karar verdiler. Ancak bu iki müttefik yolda birbirlerinden ayrildilar. Kara Yusuf ülkesine döndü, Sultan Ahmed ise yoluna devam etti. Fakat, onlarin bu hareketlerini devamli surette takip etmekte olan Timur, Sultan Ahmed üzerine bir kuvvet göndererek onu agir bir yenilgiye ugratti. Kuvvetlerini ve agirliklarini kaybeden Sultan Ahmed güçlükle kurtularak Yildirim Bâyezid'in yanina gitti. Çok geçmeden Kara Yusuf da mâiyeti ile beraber gelerek Osmanli hükümdarlarina iltica etti ve Bâyezid de onu kabul ederek Aksaray ve çevresini ikamet etmesi için kendisine verdi.

Kara Yusuf'un Bâyezid'in yaninda bulundugu bu sirada Timur, yaninda Mutahharten ve Akkoyunlu Karayülük Osman Bey oldugu halde Osmanli ülkesine girerek Sivas'i aldi. Timur buradan Karayülük Osman Bey ile Elbistan ve Malatya havalisine giderken Mutahharten de Erzincan'a döndü. Bu durum üzerine Osmanli sultani I. Bâyezid, yaninda Celâyir hükümdari Sultan Ahmed ve Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf oldugu halde Mutahharten üzerine yürümek üzere hareket etti (1401). Osmanli kuvvetleri Erzincan'a geldiklerinde Mutahharten karsi koyamayarak teslim oldu. Kisa süre içerisinde Erzincan, Kemah ve daha baska sehirler Osmanlilarin eline geçti. Bâyezid, Erzincan halkinin istegi üzerine ve kendisine bagli kalmasi sarti ile Mutahharten'i affederek yine beyliginin basinda birakti.

Kara Yusuf'un Osmanli ülkesinde bulunmasi, Timur'un Yildirim Bâyezid'e karsi açmak istedigi seferin baslica sebebi oldu. Nitekim Timur, Yildirim Bâyezid'den, Kara Yusuf'un ya kendisine teslim edilmesini, ya öldürülmesini, ya da Osmanli ülkesinden çikarilmasini istedi. Bu isteklerin hepsi Osmanli padisahi tarafindan reddedildi. Böylece Timur ile Bâyezid'in karsilasmasi kaçinilmaz oldu. Timur 1402 yilinda ordusuyla birlikte Sivas'tan Kayseri'ye dogru hareket ettigi sirada Kara Yusuf Osmanli ülkesinden ayrilarak Irak-i Arab taraflarina gitti ve burada kuvvetler toplayarak Sultan Ahmed'in idaresindeki Bagdad'a hakim oldu.

Ankara Meydan Muharebesi'nde (28 Temmuz 1402) Osmanli hükümdari Yildirim Bâyezid'i maglûp eden Timur, Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf'a da kesin bir darbe indirmek amaci ile torunlari Ebu Bekir ve Rüstem komutasindaki kuvvetli bir orduyu Kara Yusuf üzerine gönderdi. Timur'un ordusu, Nehrü'l-Ganem kiyisinda kendilerini beklemekte olan Karakoyunlular'a saldirdi. Kara Yusuf, büyük bir basari göstermesine ragmen, kalabalik Timur ordusu karsisinda yenilgiye ugrayarak güçlükle Dimask nâibi Seyhü'l-Mahmudi'nin yanina sigindi. Bu savasta kardesi Yasar Ali öldürüldügü gibi, esi de esir alindi (Temmuz -Agustos 1403).

Dimask naibi, Kara Yusuf ile daha sonra yine buraya gelen Sultan Ahmed'e karsi iyi davrandi. Ancak, çok geçmeden Timur'un Memlûk sultanina yaptigi baski ve tehdit sonucunda bu mülteciler Sam'da hapsedildiler. Bunlar bir yil kadar hapiste kaldiktan sonra, Memlûk sultanina karsi isyan eden Seyh tarafindan serbest birakildilar (18 Subat 1404). Agustos 1405 tarihine kadar Sam civarinda kalan Kara Yusuf, bu sirada Mardin ile Hisn-Keyfa arasinda bir yerde Akkoyunlu beyi Karayülük Osman Bey'le çarpismis, neticesiz kalan savasin sonucunda baris yapilmistir. Buradan Van gölü havzasindaki ecdadinin yurduna gelen Kara Yusuf, Van ve Hakkâri hakimini itaat altina aldiktan sonra, dört bir yana dagilmis olan Türkmen emirlerini tekrar bir araya toplayarak eski egemenligini yeniden kurdu.

Karakoyunlular'in tekrar eski güçlerine kavusmasi üzerine Azerbaycan ve Irak-i Arab hakimi Miran-Sah oglu Ebu Bekir Tebriz'den hareketle Nahcivan bölgesine geldi ve Aras kenarinda kendisini bekleyen Kara Yusuf ile karsilasti. Ancak yapilan savasta bozguna ugrayarak Tebriz'e ve oradan da Sultaniye'ye kaçti (15 Ekim 1406).

Kara Yusuf'un Ebu Bekir'e karsi kazandigi bu zafer, onun hükümdarliginin ikinci dönemindeki en önemli basarilarindan birisi oldu ve böylece eski söhretine kavustu. Savastan sonra Nahcivan'a gelen Kara Yusuf, burada Tebriz'den gelen ve kendisini oraya davet eden bir elçi heyetini kabul etti. Bunun üzerine kisi Marend'de geçirdikten sonra, ertesi yil Ilkbaharinda Tebriz'e girdi (1407). Buradan Ebu Bekir'in bulundugu Sultaniye üzerine yürüdü ise de, Ebu Bekir Rey taraflarindaki Demavend Dagi'na çekildigi için ona bir sey yapamadi. 1408 yili Ilkbaharinda yeni kuvvetlerle ordusunu takviye eden Çagatay sehzadesi Ebu Bekir, tekrar Kara Yusuf üzerine yürüdü. Senb-i Gazan civarindaki Sardrud mevkiinde yapilan savasi yine Kara Yusuf kazandi (13 Nisan 1408).

Kara Yusuf Timurlulara karsi üst üste kazandigi bu zaferlerle Azerbaycan'a kesin olarak hakim oldugu gibi, Emirü'l-umerasi olan Bistam Beg Çekirlü de Sultaniye, Kazvin ve diger bazi sehirleri ele geçirdi. Kara Yusuf Bistam Bey'i Irak-i Acem valiligine tayin ettikten sonra kendisi Alincak kalesini ele geçirdi (1409).

Bu sirada Akkoyunlu beyi Karayülük Osman Mardin'i muhasara altina almisti. Mardin hükümdari Melik Salih Artukî, Kara Yusuf'a haber göndererek acele gelmesini, aksi halde sehrin Akkoyunlular'a geçecegini bildirdi. Bunun üzerine Kara Yusuf, yanina Bitlis hakimi Semseddin'i ve baska emirleri alarak Diyârbekir tarafina hareket etti. Burada kalabalik bir kuvvetle karsisina çikan Karayülük'ü agir bir yenilgiye ugratarak Mardin'e girdi. Mardin hakimi Melik Salih'i kizlarindan biri ile evlendiren Kara Yusuf ona Musul'un idaresini verdi. Mardin'e ise beylerinden Ali'yi tayin etti. Böylece Kara Yusuf üç asirdan fazla hüküm sürmüs olan Artuklular Devleti'ni ortadan kaldirdi (1409).

Kara Yusuf bu olaydan sonra Erzincan'i Mutahharten'in oglu Seyh Hasan'in elinden alarak burasinin yönetimini güvendigi adamlarindan Pir Ömer'e verdi. Bu sirada eski dostu ve hapishane arkadasi Sultan Ahmed'in Tebriz'e girdigini ögrendi. Bunun üzerine derhal Azerbaycan'a gelen Kara Yusuf, Tebriz yakinindaki Esed köyünde onu yenerek esir aldi (30 Agustos 1410). Bu zaferden sonra Kara Yusuf, Irak-i Arab emirlerini oglu Sah Mehmed ile birlikte Bagdat'in fethine gönderdi. Erbil'de konaklayan Sah Mehmed, burada Bagdat'in fethi hazirliklarina basladigi sirada Kara Yusuf bütün emirlerini Tebriz'e davet ederek onlarin önünde ogullarindan Pir Budak'i halef olarak tayin etti. Bu yil içerisinde Sah Mehmed Bagdat ve Irak'i ele geçirdi.

Karakoyunlu beyi Kara Yusuf 1412 yili basinda Akkoyunlu Begi Karayülük Osman ile ikinci kiz karsilasti. Erganiye ugrayan Kara Yusuf bu yilin sonlarinda Sirvan ve Seki hekimleri ile Gürcü kralini agir bir hezimete ugratti.

Bu sirada Fars ve Irak-i Acem'in bir kismini idaresi altina alarak Isfehan'i kendisine merkez yapan Mirza Iskender, Karakoyunlularin elindeki Azerbaycan'i da almak istiyordu. Nitekim o, bu amaçla Luristan yolu ile Nihavend'e geldi. Bunun üzerine Kara Yusuf derhal harekete geçerek Iskender'in bulundugu yöne dogru yürüyüse basladi. Ancak ordusunda basgösteren bir hastalik sebebiyle geri dönmek zorunda kaldi. Iskender de harekâtina fazla devam etmeyerek Isfehan'a çekildi.

Öte taraftan Karakoyunlularin Irak'da daha fazla ilerlemelerini önlemek ve Azerbaycan'i Kara Yusuf'un elinden almak isteyen Timurlu hükümdari Sahruh Halil Sultan emrinde onbin kisilik bir orduyu bu tarafa gönderdi. Ancak Fars hakimi Mirza Iskender'in karsi çikmasi üzerine bu ordu hiç bir is yapamadi. Bu sirada Harezm'i fetheden Sahruh, fethi müteakip yüzbin kisilik bir kuvvetle Herat'tan ayrilarak önce Iskender Mirza üzerine yürüdü. Sahruh, Iskender'i esir alarak Isfehan'i ele geçirdikten sonra burasini Iskender'in kardesi Rüstem Bey'e, Luristan'i da Baykara'ya verdi (1414). Onun bu hareketlerinden çekinen Kara Yusuf 1415 yilinda Timurlu hükümdarina bir elçi göndererek Sultaniye'nin kendisine verilmesi sarti ile onu metbu taniyacagini bildirdi. Ancak Sahruh, ogullarindan birini rehin olarak gönderdigi takdirde Sultaniye'nin kendisine verilebilecegini söyledi. Kara Yusuf, Sahruh'un bu cevabina çok kizarak Sultaniye'yi ele geçirdi.

Akkoyunlu hükümdari Karayülük Osman ise bu sirada Erzincan'i kusatti ise de Kara Yusuf'un üzerine kuvvetler gönderdigini duyunca geri çekildi (1416). Karayülük Osman bir süre sonra Mardin'e yeni bir taarruzda bulundu. Onun bu hareketini haber alan Kara Yusuf Tebriz'den âmid'e gelerek buradan Suriye'ye dogru kaçmaya baslayan Akkoyunlu beyini takibe basladi. Kara Yusuf onu Memlûk topraklarindaki Merc-i Dabik'ta yenerek Haleb naibine siginmak zorunda birakti (1418).

Kara Yusuf'un bu basarilari karsisinda Çagatay hükümdari Sahruh, Kazvin ve Sultaniye sehirlerinin teslimi ve kendisini metbu tanimasi meyanindaki teklifinin reddedilmesi üzerine Kara Yusuf'a karsi savas hazirliklarina basladi. 25 Agustos 1420 tarihinde kalabalik bir ordu ile Herat'tan ayrildi. Kara Yusuf da, Sahruh'un üzerine geldigini haber alir almaz, bu esnada açok agir hasta olmasina ragmen kendisini bir mahve içinde tasittirarak ellibin kisilik ordusunun basinda Tebriz'den ayrildi. Ancak Tebriz'in güney-dogusundaki Ucan'a iki fersah mesafede bulunan Sa'id-abâd mevkiine gelindiginde hastaligi fenalasan Kara Yusuf burada vefat etti (13 Kasim 1420). Onun ölümü ile Karakoyunlu ordusunda bir karisiklik basladi. Kara Yusuf'un naasi vefatindan bir gün sonra Tebriz'e ve oradan da Ercis'e getirilerek ecdadinin yaninda topraga verildi. Mezarinin yeri belli degildir.

Karakoyunlu Devleti'nin asil kurucusu sayilan Kara Yusuf, bu hanedanin en büyük hükümdariydi. Ayni zamanda Türk tarihinin de önemli bir simasi olan Kara Yusuf, uzun boylu ve iri yapili bir kimse olup, son derece yürekli, kudretli, çaliskan ve irade sahibi bir kimseydi. Ayrica o, tedbirli, dirayetli, mert ve cömert bir kisilige sahipti.

Kara Yusuf'un ölümünde alti oglundan besi hayatta idi. Daha önce veliaht tayin etmis oldugu oglu Pir-Budak 1418 yilinda ölmüstü. Diger ogullari ise sira ile Sah Mehmed, Iskender, Ispend (Isfehan), Cihansah ve Ebu Sa'id idiler.

4-iskender Mirza

Kara Yusuf'un ölümünden sonra her biri ayri bir yerde bulunan ogullari Karakoyunlu hükümdari olabilmek için mücadelelere basladilar. Ilk olarak, Kara Yusuf'un ogullarindan Ispend (Isfehan), Sa'dlu kabilesi tarafindan hükümdar ilan edildi. Kara Yusuf'un ölümü ile baslayan bu karisiklik döneminde Sahruh Azerbaycan'a hakim olmustu. Öte yandan Erzincan'da bulunan Ebu Sa'id de halk tarafindan buradan çikarilarak yerine Mutahharten'in torunu Yar Ali geçirildi. Kardeslerden Cihan-Sah ise Bagdat'ta bulunan kardesi Sah Mehmed'in yanina gitti. Sehzadelerden Iskender ise bu sirada Mardin'e hücum eden Akkoyunlu ordusuna karsi çikarak onlari maglup etti (1421).

Öte taraftan, Iskender Mirza'nin Akkoyunlu beyi Karayülük Osman'i yendigini haber alan Sahruh, kalabalik bir ordu ile hareket ederek Aras'i geçtikten sonra bazi kaleleri ele geçirdi. Nihayet Eleskird yakinlarindaki Yahsi mevkiinde Iskender ve Ispend'in birlikleriyle karsilasti. Burada iki gün boyunca bütün siddetiyle devam eden savasta Karakoyunlular, kalabalik olan Sahruh'un ordusu karsisinda yenildiler (28-29 Temmuz 1421). Iskender ve Ispend savastan sonra Musul ile Mardin arasindaki eski kislaklarina çekildiler. Sahruh bu basarisina ragmen, Azerbaycan'i eski sahiplerine birakarak Horasan'a döndü. Bunun üzerine Ispend Tebriz'e gelerek buraya hakim oldu. Ancak bu sirada Kerkük'te bulunan Iskender Mirza süratle Tebriz'e hareket etti ve burasini kardesinin elinden alarak, Azerbaycan'da egemenligini kurdu. Erzurum bölgesindeki Avnik kalesine çekilen Ispend ise daha sonra agabeyi Sah Mehmed'in hâkim oldugu Bagdad'a gitmis ve bir kaç yil sonra da sehri onun elinden almistir.

Böylece, Karakoyunlu Devleti'nin basina geçen Iskender Mirza, ilk is olarak Sahruh'un itaati altina girmis olan Bitlis, Van ve Hakkâri emirlerinin tekrar kendisine tabi olmasini sagladi. Daha sonra Sirvan'a bir sefer yapan Iskender, dönüsünde Sultaniye üzerine yürüyerek Sahruh'un buradaki valisini esir almis ve baskentine dönmüstür (1427-1428). Bu gelismeler üzerine Sahruh, bir kez daha Azerbaycan üzerine sefer yapmak zorunda kaldi. Çagatay ordusu ile Karakoyunlular bu sefer Selmas ovasinda karsilastilar. 17 Eylül 1429 tarihinde baslayan ve iki gün devam eden savasta yine Karakoyunlular yenildiler. Savastan sonra Karabag'a çekilen Sahruh, Azerbaycan'i Kara Yusuf'un en küçük oglu Ebu Sa'id'e vererek, baharda ülkesine döndü.

Iskender, 1431 yili baslarinda Azerbaycan'a gelerek kardesi Ebu Sa'id ile mücâdeleye basladi ve onu yenerek öldürttü. Böylece Iskender, tahtina tekrar sahip oldu. Bu sirada Akkoyunlu Karayülük Osman, Iskender Mirza'ya tabi olan Erzurum'u kusatti ve burasini Pir Ahmed'den olarak kendi ogullarindan Seyh Hasan'a verdi.

Öte taraftan, Iskender'den ayrildiktan sona agabeyi Sah Mehmed'in yanina giden Ispend, çok geçmeden ona karsi muhalefete geçerek Bagdat etrafindaki küçük yerlesim yerlerini almaya baslamisti (1425). Ispend, 1431 yilinda ise Celâyir hanedaninin son azasi olan Hille hakimi Sultan Hüseyin b. Alaüddevle'yi öldürdükten sonra bir gece baskini ile Bagdat'i ele geçirdi (9 Nisan 1433). Bagdad'a sahip olmak amaciyla Sah Mehmed faaliyete geçtiyse de basarili olamadi ve kaçarken Hanik civarinda Emir Baba Haci Hemedanî tarafindan öldürüldü.

Karakoyunlular 1435 yilinda Sahruh'un üçüncü kez Azerbaycan seferi ile karsilastilar. Subat 1435'te Rey'e gelen Çagatay hükümdari bir müddet burada kaldi. Bu sirada, Iskender'in amcasi Misir Hoca'nin oglu Gazan Han ile bazi Karakoyunlu emirleri Sahruh'un yanina gelerek itaatlerini bildirdiler. Ayrica Van'da bulunan Cihan Sah ile Bagdat hakimi Ispend Mirza da Iskender'e muhalif olduklari için Sahruh'u metbu tanimislardi. Bu durum karsisinda Sahruh'a karsi koymanin imkânsiz oldugunu gören Iskender Mirza, Tebriz'den Erzurum'a çekildi. Iskender'in geri çekilecegini daha önce düsünen Sahruh, Karayülük Osman'a onu izlemesini emretmisti. Karakoyunlu hükümdari Erzurum'a geldigi zaman Akkoyunlu kuvvetleri ile karsilasti. Yapilan savasta Iskender Mirza'nin kuvvetleri galip geldi. Akkoyunlularin agir bir yenilgiye ugradigi bu savasta Karayülük Osman Bey de yaralandi ve kisa bir süre sonra Erzurum'da öldü.

Iskender Bey, bu basarili savastan sonra Erzuruma hakim oldu, ancak kendisini takib etmekte olan Sahruh'un oglu Mirza Muhammed'in kuvvetlerinden çekinerek Osmanli ülkesine girdi. Tokat'a kadar gelen Iskender Bey, Osmanli padisahi II. Murad'in, kendisi üzerine ordu göndermesi sebebiyle Osmanli ülkesini terkederek Harput, Erzincan, Tercan üzerinden Tebriz'e döndü.

Iskender Mirza Tebriz'e geldikten kisa bir süre sonra kentin kuzeyindeki Sufiyan mevkiinde Cihan-sah ile karsilasti. Burada kardesiyle yaptigi savasta, emirlerinden bazilarinin ihaneti sebebiyle yenilerek alincak kalesine sigindi. Cihan-sah bu kaleyi kusatma altina aldi. Kusatma devam ederken Iskender Mirza, yaninda bulunan oglu Sah-Kubad tarafindan öldürüldü (21 Nisan 1438). 17 yil kadar Karakoyunlu Devleti'ni idare etmis olan Iskender Mirza, son derece cesur bir kimseydi. Kuvvetli ordulara sahip ve büyük bir imparatorlugun basinda bulunan Sahruh'a karsi gösterdigi basarili mücadeleler onun çok güçlü bir hükümdar oldugunu göstermektedir. Ancak, dista Çagatay, Akkoyunlu ve Memlûk baskilari ve içte de kardesleri ile yaptigi mücadeleler yüzünden babasindan devraldigi güçlü devleti gelistirememis ve onun sarsilma ve zayiflamasina sebep olmustur.

5- Cihan Sah (1439-1467)

Babasi Iskender Mirza'yi öldüren Sah Kubad, Alincak kalesinde bulunan emirler tarafindan Iskender'in halefi olarak ilân edildi. Ancak Alincak kalesini muhasara etmis olan Cihan Sah, baba katili Sah Kubad'i kaleden çikartarak idam ettirdi. Böylece Cihan Sah Irak disinda kalan bütün Karakoyunlu ülkelerinin tek hâkimi oldu.


Cihan Sah hükümdarliginin ikinci senesinde Gürcistan üzerine büyük bir sefer yapti. Tiflis'i ele geçirdikten sonra Tebriz'e döndü (1440). 1444 yilinda Gürcistan'a ikinci bir sefer düzenleyen Cihan Sah, bu sirada, Bagdad emiri olan kardesi Ispend'in ölümü üzerine burada çikan olaylar sebebiyle o tarafa yöneldi. Bagdad ve çevresine 12 yil kadar hakim olan Ispend'in ölümünden sonra yerine yegeni Elvend geçmisti. Ancak emirlerin çogunlugu onun küçük yastaki oglu Fuad'i tercih ettiler. Bu sirada Elvend'in yanindaki beylerden bazilari Cihan Sah'in yanina gelerek onu Bagdat'in zapti için tesvik etiler. Bunun üzerine Cihan Sah Bagdad'a bir sefer yapmaya karar verdi. Nihayet 7 aylik bir kusatmadan sonra Bagdat ele geçirildi (9 Haziran 1446). Cihan Sah Bagdat'ta bir müddet kaldiktan sonra sehrin idaresini oglu Mehmed Mirza'ya birakarak Tebriz'e döndü.

Cihan Sah, metbuu oldugu Sahruh'un 1447 yilinda ölümü üzerine bölgede tek kaldi ve bu tarihten sonra Sultan'', ''Hakan'' ünvanlarini kullanmaya basladi. Bu arada, Sahruh'un ölümü ile baslayan sehzâdeler arasi mücadeleden istifade eden Cihan Sah, emirlerinden Ali Sükür Bey ile Isfendiyar Bey'i göndererek Sultaniye ve Kazvin sehirlerini zaptettirdi. Daha sonra kendisi de büyük bir ordu ile Irak-i Acem üzerine yürüyerek Isfehan'i ele geçirdi (1447).

Cihan Sah bu tarihten sonra, eskiden beri Karakoyunlularin amansiz düsmani olan Akkoyunlular ile mücadeleye giristi. 1452 yilina kadar devam eden bu mücadeleler iki tarafin da agir kayiplar vermesine sebep oldu. Sonunda Cihan Sah ile Akkoyunlu hükümdari Cihangir arasinda, Cihangir'in Karakoyunlulari metbu tanimasi sarti ile antlasma yapildi (1452). Böylece iki kardes Türkmen devleti arasinda yüzyildan fazla devam etmekte olan mücadeleler kisa bir süre de olsa son bulmus oldu.

Böylece bati sinirlarinda barisi saglayan Cihan Sah, tekrar doguya dönerek Fars ve Kirman'i ele geçirdi. Ancak Cihan Sah doguda ugrasirken batida, Akkoyunlu Devleti'nde güçlü bir hükümdar ortaya çikti. Uzun Hasan, agabeyi Cihangir'i tahttan uzaklastirarak bütün Akkoyunlu sehzâde ve emirlerini kendisine tabi kilarak her geçen gün biraz daha güçleniyordu. Cihan Sah, kendisine karsi büyüyen bu Uzun Hasan tehlikesini bertaraf etmek için, eski Akkoyunlu hükümdari Cihangir'in yardim isteginden de yararlanarak Rüstem Tarhan komutasinda kalabalik bir orduyu Uzun Hasan üzerine gönderdi. Iki taraf arasinda Mardin yakinlarinda meydana gelen savasta Karakoyunlu ordusu agir bir yenilgiye ugradi. Akkoyunlular, basta Rüstem Tarhan olmak üzere pek çok kimseyi esir aldilar (1457). Cihangir ile Piri Bey canlarini güçlükle kurtardilar.

Bu sirada Horasan'da Sultan Babur ölmüs ve saltanat mücadeleleri tekrar baslamisti. Bu mücadeleyi firsat bilen Cihan Sah Horasan'i elde etmek düsüncesi ile Akkoyunlular isini ihmal etti. Rey'de hazirliklarini tamamlayan Cihan Sah 1458 yili baharinda Cürcan, Harezm, Mangislak, Meshed, Nisabur ve Bati Horasan'i ele geçirdi. Bundan sonra Timurlularin baskenti Herat üzerine yürüyen Cihan Sah buraya da kolayca hakim oldu. Karsisinda yalnizca Maverrünnehr hükümdari Ebu Sa'id kaldi. Ancak bu sirada oglu Hasan Ali'nin isyan ederek Tebriz'i ele geçirdigini duyunca Ebu Sa'id ile anlasarak, Horasan'i Timurlulara terk etmek ve geri dönmek zorunda kaldi.

Cihan Sah, oglu Hasan Ali'nin isyanini bastirdiktan sonra bu kez diger oglu Pir Budak'in isyani ile karsilasti. Fars ve Irak-i Arab'i yönetimi altina alan Pir Budak babasina karsi isyan edince, Cihan Sah, uzun mücadelelerden sonra onu yakalayarak idam ettirdi (1466). Cihan Sah Irak-i Arab ülkesini, Irak-i Acem ve Fars ülkelerine ilaveten oglu Muhammed Mirza'ya verdi. Pir Budak ile ittifak halinde bulunmus olan Hasan Ali'yi ise Maku kalesine hapsettirdi.

Karakoyunlu hükümdari Cihan Sah, Akkoyunlulara büyük bir darbe vurmak üzere 16 Mayis 1466 tarihinde kalabalik bir ordu ile Tebriz'den hareket ederek Van gölü havzasina geldi. Burada Uzun Hasan Bey'in de 12.000 atli ile Karakoyunlu topraklarina akina çiktigini ögrendi ve buna çok hiddetlendi. Öte taraftan Uzun Hasan, Cihan Sah'in bir sefer yapmak niyetinde oldugunu daha önceden anlayarak daglardaki geçit ve yollari kesmisti. Bunun üzerine iki taraf arasinda karsilikli elçiler gidip gelmeye basladi. Ancak Cihan Sah'in agir sartlar ileriye sürmesi nedeniyle bir sonuca varilamadi. Mus ovasinda karargâh kurmus olan Cihan Sah, mevsimin ilerlemesine ragmen bir türlü kesin hücuma karar veremiyordu. Onun gayesinin, Hasan Bey'e metbulugunu kabul ettirmek oldugu anlasiliyor. Cihan Sah, sonunda ordusunun istegi üzerine kislaga çekilmeye karar verdi. Birlikleri Adilcevaz, Ercis, Van ve Aras kislagina dagildilar. Kendisi de Pasinler'e gitmek üzere hareket etti. Ancak yolda konakladigi bir sirada, Uzun Hasan birlikleri ani bir baskin yaparak Cihan Sah ve maiyetinin kaçmasina sebep oldular. Bu sirada Cihan Sah öldürüldü (11 Kasim 1467).

Cihan Sah zamaninda Karakoyunlu Devleti en genis sinirlarina ulasmisti. Azerbaycan, Arran, Irak-i Arab, Irak-i Acem, Fars, Kirman ve Dogu Anadolu egemenlik altina alinmis ve çevredeki devletler de tabi hale getirilmisti. Zamaninin en büyük hükümdarlarindan biri olan Cihan Sah, sert ve cesur bir kimseydi. Onun ölümünden sonra, Karakoyunlu Devleti'nin yükselme dönemi sona ermis ve devlet yavas yavas yikilmaya baslamistir.

6- Hasan Ali (1467-1468)

Cihan Sah'in öldürülmesinden sona bir kisim Karakoyunlu emirleri Maku kalesine giderek burada hapiste bulunan Hasan Ali'yi hükümdar ilân ettiler. Ancak onun hükümdarligina karsi çikan Iskender Bey'in oglu Hüseyin Ali Tebriz'de hükümdarligini ilân etti. Fakat Cihansah'in esi Can Begim, kardesi Kasim Bey emrindeki bir orduyu Tebriz üzerine gönderdi. Süratle Tebriz'e gelen Kasim Bey, Hüseyin Ali'yi yenerek öldürttü. Bu arada Hasan Ali de Tebriz'e yaklasmisti. Kasim Bey, sehirle beraber Hüseyin Ali'nin hazinelerini de Hasan Ali'ye teslim etti.

Hasan Ali, tahta geçer geçmez Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan'a karsi savas hazirliklarina basladi. Oldukça kalabalik bir ordu toplayan Hasan Ali, devlet idaresinde bazi yanlis davranislarda bulundu. Babasinin emirlerini hafife alarak, kendisinin Çuli adini verdigi ayak takimi ile görüsmeye basladi. Diger yandan, tahta geçmesinde önemli yardimi olan Cihan-sah'in karisi Can Begim'i ve kardeslerini öldürtmesi gibi sert davranislarindan dolayi ordu üzerinde iyi bir otorite saglayamadi.

Bu otorite eksikligi ile Akkoyunlu Uzun Hasan'in karsisina çikan Hasan Ali'nin kuvvetleri yenilerek darmadagin oldu.

Hasan Ali Berda'a civarindaki Karamanli boyunun yanina kaçti ve bu sirada Azerbaycan sinirina yaklasmis olan Horasan ve Maveraünnehr hükümdari Ebu Sa'id'e sigindi. Ancak Ebu Sa'id'in de Uzun Hasan tarafindan maglup ve katledilmesinden sonra Hasan Ali, Hemadan yönüne kaçmaya basladi. Akkoyunlu kuvvetlerinin eline düsecegi bir sirada intihar ederek hayatina son verdi (Nisan 1469).

Böylece Cihan Sah'in ölümünden çok kisa bir süre sonra Hasan-Ali'nin de ölmesiyle Karakoyunlu Devleti sona erdi. Son Karakoyunlu hükümdari olan Hasan Ali haris bir kimseydi. Onun ölümünden sonra Cihansah'in Uzun Hasan tarafindan gözlerine mil çekilmis olan oglu Ebu Yusuf, Fars'ta tutunmak istediyse de Akkoyunlu sehzâdesi Ugurlu Mehmed'in eline düstü. Böylece Akkoyunlular, ezeli düsmanlari Karakoyunlular'in hakimiyetlerine son vererek onlarin ülkelerine sahip oldular.

'''

 

Teşkilat

 

XIV. yüzyil ortalarinda küçük bir kabile iken kisa zamanda büyük bir imparatorluk haline gelen Karakoyunlular'in devlet teskilâti Ilhanli ve Çagatay devletlerinin örgütleri esas alinarak meydana getirilmistir. Karakoyunlu Devleti'nde hükümdar seçiminde Akkoyunlular da oldugu gibi aile ve asiret reisleri etkiliydi. Ulusun yönetimine, ulusu teskil eden aile fertleri arasinda kim uygun görülürse o geçerdi. Hükümdarlik simgesi olarak çetr ve kirmizi renkte sancaklari vardi. Paralarinda sultan ünvanini kullaniyorlardi.

Karakoyunlu Devleti'nin saray örgütü de Ilhanlilar ve Timurlular'in saray örgütü örnek alinarak olusturulmustu. Dergâh veya devlet-hâne denilen sarayda Inak, Feyc (Peyk), Rikâbdar, Bukavul, Mirahur, Ayakci vs. gibi ünvanlari tasiyan yoksul memurlar vardi. Diger devletlerde oldugu gibi Kara-koyunlular'da da devlet isleri Büyük Divan tarafindan yürütülürdü. Divanin reisine Sahib-Divan denilirdi. Karakoyunlularda vilâyetler, ikta ve yönetim suretiyle hükümdar ailesinden olanlara ve emirlere verilirdi. Sehzâdeler gençlik çagina geldikleri zaman bir vilâyetin yönetimine atanir ve atabeyleri ile birlikte kendilerine verilen bölgeyi idare ederlerdi. Sehzâdelerin kalabalik maiyetleri ve düzenli saray örgütleri vardi.

Karakoyunlu devletinde hükümdarin maiyyetindeki asker, yaya ve atli kuvvetlerden olusmaktaydi. Devletin temelini ordu teskil ediyordu. Ordu asiret kuvvetlerinden meydana geliyordu. Ancak asiret kuvvetleri devlete tamamen bagli olmadiklarindan bir yandan diger yana geçebiliyorlardi. Bu sebeple kuvvetli ve güçlü sanilan devlet, asiret beylerinin ordudan ayrilmasi ile bir anda zayif duruma düsüyordu. Akkoyunlularda oldugu gibi, Karakoyunlularda da çerik kuvveti çok fazla idi. Eyalet valilerinin emrinde ve topraga bagli olan timarli sipahiler, devletin kurulmasi ve yükselmesinde büyük yararliliklar göstermislerdir. Hükümdari korumakla görevli birliklere koruci'' adi verilirdi. Birliklerin toplanmasi, toplanti yerinin saptanmasi, emirlerin ilân ve duyurulmasi ''tavaci'' adi verilen memurlarin göreviydi.

Karakoyunlular'da ordunun savas düzeni de diger Türk devletlerindeki gibi idi. Ordunun merkez kismina ''Ulug kol'', sag kanadina ''barangar'' ve sol kanadina da ''Cuvangar'' denilirdi. Ordu kosun, tib ve feve gibi kisimlara ayrilirdi. Harp esnasinda öncü birliklere ''tarakol'' adi verilirdi.

Karakoyunlu hükümdarlari, hayatlarinin büyük bir kismini savas ve mücadelelerle geçirmelerine ragmen bilim ve fikir hayatinin gelismesine ve ülkelerinin bayindirligina da büyük önem vermislerdir. ''Hakiki'' mahlasiyla siirler yazdigi bilinen Cihan Sah ünlü Abdurrahman Câmi ile mektuplasmis ve sair, yazar ve bilginlerle sohbet etmistir. Ünlü bilgin ve sair Celâleddin Devranî, Akkoyunlu ülkesine gitmeden önce Cihan Sah'in yaninda bulunmus ve Tebriz'deki medreselerde ders vermistir. Risâle-i Hurûf adli eserini de sultan Cihan-sah adina kaleme aldigi bilinmektedir. Yine Seyh Sucaeddin b. Kemâleddin Kirmanî de, Hadikatü'l-Maarif adli eseri ile 1462 yilinda tamamladigi Gülsen-i râz serhini Cihan Sah'a ithaf etmistir. Bundan baska Sair Mevlâna Tusî de Cihan Sah ve oglu Sah Budak'in sarayinda bulunuyordu.

Karakoyunlular döneminde imar faaliyetleri de dikkat çekmektedir. Karakoyunlu hükümdarlari basta Tebriz olmak üzere bir çok yerde cami, medrese, hastane ve köprü yaptirmislardir. Bunlardan, Cihan Sah'in Tebriz'de yaptirmis oldugu Gök mescid ve medresesi, onun esi Begim Hatun'un medrese ve imareti, Van'daki Ulu Cami, isfahan'daki Cuma Camisi, Karakoyunlularin dini mimarîsinin en güzel örnekleridir.

'''

Timur iç karışıklar içinde bulunan Çağatay Devletine son vererek toprakları üzerinde emir ilan etti. Merkezi Semerkant olan devleti kurduktan sonra Horasan İran Irak Azerbaycan Kafkasya Hindistan ve Afganistan’ı aldı. Yıldırım Beyazit ile yaptığı Ankara savaşını kazandı. (1412)1405’te Çin seferi sırasında ölünce oğulları arasında taht kavgaları çıktı ve Özbekler bu devlete son verdiler.

Babası Barlas kabilesi lideri Turgay olan Timur, 1336'da Semerkant yakınlarında Keş (Yeşil Şehir)'de doğmuştur. Timur'un ortaya çıktığı tarihlerde, Çağatay Hanlığı sarsıntı geçirmekte idi. Otorite boşluğundan faydalanan, Cengiz hanedanından olmayan emirler, Çağatay hanlığı içerisinde idareyi ele alarak nüfuzlarını artırmaktaydı. Nitekim 1360 yılından itibaren adından söz edilmeye başlayan Timur, önce Emir Hüseyin ile 1370 yılından itibaren de tek başına Maveraünnehir'de hâkimiyet kurmuştur. Bu dönemde girdiği bir savaşta ayağının sakat kalması sebebiyle tarihlerde Aksak Timur (Timurleng) diye anılacak olan Timur, Cengiz soyundan gelmediği için emir unvanını kullanmıştır.

Emir Timur, 1370-1405 yılları arasında yaptığı seferlerle, Harezm, Doğu Türkistan, İran, Azerbaycan, Hindistan Delhi Sultanlığı, Irak, Suriye, Altınordu Hanlığı ve Osmanlı Devleti'nin de içinde bulunduğu muazzam büyüklükteki topraklara hâkim olmuştur. Onun fetihleri, sonuçları açısından, Türk Tarihini derinden etkilemiştir. Meselâ, Altınordu Hanı Toktamış üzerine düzenlediği seferler (1391/8) Altınordu Devleti'nin çöküşüne ve yerine bölge hanlıklarının kurulmasına sebep olurken, Moskova Knezlerinin güçlenmesini de beraberinde getirmiştir. Böylece, 16.ncı yüzyıldan itibaren Rusya'nın Kafkaslar ve Deşt-i Kıpçak'a doğru yayılması söz konusu olacaktır.

Ancak Timur'un Türkistan'a hâkim olması aynı zamanda Özbek, Kazak ve Türkmenlerin günümüze kadar ulaşacak olan tarihlerinin de mihengi noktasını teşkil eder. 1398/99'da Hindistan Delhi Sultanlığına düzenlediği sefer de bölgedeki siyasî ve kültürel yapının değişmesine sebep olmuştur. Ancak Timur'un 1402 Ankara Savaşı ile Yıldırım Bayezid'i yenip, Anadolu'yu ele geçirmesi, Osmanlı tarihinde unutulmaz bir yer tutar. Bu olayla, Anadolu'daki Türk birliği sarsılmış, beylikler yeniden canlanmış ve Fetret Devri'' dediğimiz taht mücadeleleri Osmanlı Devleti'ni yıpratmıştır. Ülkesindeki karışıklıklar sebebiyle Anadolu'da fazla kalamayan Timur, Çin seferine giderken yolda hastalanarak ölmüştür (1405). Timur'un ölümünden hemen sonra devlet oğlu ve torunları arasında paylaşılmıştır. Buna göre, Torunu Muhammed başkent Semerkant' ta tahta çıkarken, diğer torunları Pir Muhammed ile İskender İran' da, 3.ncü oğlu Miranşah Bağdat ve Azerbaycan'da, en küçük oğlu Şahruh ise Horasan'da yerleşmişlerdir.

Timurlular adı verilen bunlar arasında Şahruh, Maveraünnehir bölgesini de ele geçirerek, Herat şehri merkez olmak üzere devletini kurdu. Ardından İran ve Azerbaycan'ı da hâkimiyetine alan Şahruh dönemi (1407-1447), Türkistan'da parlak bir kültür hayatının başlangıcı olmuştur. Şahruh'un ölümü üzerine, tahta büyük bir alim ve astronom olan oğlu Uluğ Beğ geçti. Onun iki yıllık saltanatı mücadeleler içinde geçmiş ve oğlu tarafından öldürülünce ülke dahilinde büyük karışıklıklar çıkmıştır. Nitekim Miranşah'ın torunu Ebu Said'in Akkoyunlu Uzun Hasan'a yenilmesiyle (1469) Horasan'ın batısında kalan bütün topraklar Akkoyunluların eline geçti. Timurlulardan yalnız Hüseyin Baykara (1469-1506) Horasan'da tutunabilmiştir. Başkenti Herat, Türk tarihinde sayılı kültür merkezlerinden biri oldu. Ünlü Türk şair ve ilim adamı Ali Şir Nevai burada yetişmiştir. Baykara'nın oğlu Bediüzzaman'ın hükümdarlığı zamanında, Özbek hükümdarı, Şibani Muhammed Han'ın başkent Herat'ı ele geçirmesi ( 1507), Timurluların sonu oldu. Timurlulardan Babür Türkistan'da başarılı olamayınca, Hindistan'a giderek (1519) Türk-Hind İmparatorluğu'nu kurmuştur.
Özbek Hanlığı (Şibaniler) (1428-1599)

Batu Han'ın kardeşi Şiban soyundan gelen Ebulhayr Han devletin kurucusudur. Altınordu Hanı Özbek Han'ın ahfadından oldukları için devlete onun ismini vermişlerdir. Özbekler, 1428 yılında Ebulhayr'ı Sibir şehrinde han ilân etmişler ve Timurluların içine düştüğü karışıklıklardan yararlanan Ebulhayr Han da, 1431'de Gürgenç dahil olmak üzere Harezm'e, 1447'ye doğru da Seyhun dolaylarında Sığnak şehrinden Özkent'e kadar olan bölgeye hâkim olmuştur. Ancak 1457'deki Moğol kabilelerin saldırısı yeterli direnç gösterilmediği gerekçesiyle Özbeklerin bir kısmı Ebulhayr'ın hâkimiyetini tanımayarak kuzeye göç etmişlerdir. Bunlar kendi başlarına buyruk hareket ettiklerinden dolayı Kazak diye anılacaklardır.

Ebulhayr Han, Çağataylılar'dan Yunus Han'a karşsı giriştiği mücadeleyi kaybederek 1468 yılında ölmüştür. Yerine geçen oğlu Şah-Budak Han ise Yunus Han ve Timurlulara karşı ülkesini koruyamamıştır. Onun yerine geçen oğlu Muhammed Şibani Han, önce Timurluların iç mücadelelerinden faydalanarak, Maverâün-nehr'i ele geçirmeyi başardı (1500). Ardından Çağataylılar'ı yenerek Taşkent ve Sayram bölgelerini (1503), Timurlular'ın elinden de Harezm, Belh ve Herat şehirlerini alarak Türkistan'ın en büyük gücü haline gelmiştir. Ancak Şibani Han, Merv'de Safevi Hükümdarı Şah İsmail ile yaptığı savaşı kaybederek öldü (1510).

Muhammed Şibani Han'dan sonra büyük bir sarsıntı geçiren Özbek Hanlığı uzun bir süre iç çekişmelerle istikrarsız bir dönem yaşamıştır. Muhammed Şibani Han'dan sonra Özbeklerin en büyük hükümdarı olarak kabul edilen 2.nci Abdullah Han zamanında (1580-1598), hanlık eski gücüne kavuşmuştur. Fakat 1597 yılında Safevi Hükümdarı Şah Abbas'a yenilmesi Özbek Hanlığı'nın parçalanmasına yol açmıştır. Sonuçta Horasan Safevilere, Taşkent ve civarı Kırgızların eline geçti. Diğer bölgelerde müstakil hanlıklar kuruldu.

Diğer Özbek Hanlıkları

Hive Hanlığı (1512-1873)

Şibaniler soyundan İl-Bars, Safevileri Harezm'den atmayı başararak, merkez Ürgenç şehri olmak üzere Hive Hanlığı'nı kurdu (1512). Arab Muhammed Han zamanında (1603-1623), hanlık merkezi kuraklık sebebiyle Hive şehrine nakledilmiştir. Hanlık tarihinde iç çekişmeler, Özbek Hanlığı'na, Moğol Kalmuklar'a, Ruslar'a ve İran'a karşı mücadeleler eksik olmamıştır. 16.ncı yüzyılın sonlarına doğru, Amu-derya'nın yatağını değiştirerek, Hazar Denizi yerine Aral gölüne dökülmeye başlaması, bölgede ziraî ve iktisadî hayatın büyük ölçüde gerilemesine sebep olmuştur. Hanlık, Afşar hanedanından Nadir Şah'ın Hive'yi ele geçirmesinden sonra (1740) kısa bir süre İran'a bağlı kaldı. Deli Petro zamanından beri Orta Asya'da gözü olan Ruslar, hileyle önce Hazar kıyılarında üs oluşturup ardından 1873 yılında Hive'ye saldırdılar ve hanlığı ele geçirdiler. Son Hive hanının Kızılordu tarafından tahtan uzaklaştırılmasına kadar ( 1920) şeklen de olsa Hive Hanlığı varlığını korudu.

Hive Hanlarından Ebul Gazi Bahadır Han (1643-1665), Şecere-i Terakime'' ve ''Şecere-i Türkî'' adlı eserleriyle Türk tarih ve kültürüne büyük bir hizmette bulunmuştur.

Buhara Hanlığı (1599 -1868)

2.nci Abdullah Han'ın ölümü üzerine (1598) baş gösteren iç çekişmeler ve taht kavgaları Özbek Hanlığı'nın parçalanmasına yol açmıştı. Halkın ileri gelenlerinin teklifi ile Astrahanlı Yar Muhammed'in oğlu Baki Muhammed hanlığa getirildi (1599). Böylece Buhara'da Şibani hanedanı yerine Astrahanlılar hanedanı başlamış oluyordu. Bu hanedanın Canıbeg kolu, İran hükümdarı Nadir Şah'ın Buharayı işgaline kadar devam etmiştir. Diğer kolu olan Mangıt Hanedanı ise 1753 yılında Muhammed Rahim Atalık'ın hâkimiyeti ele geçirmesiyle başlayıp, 1920 yılına kadar devam eder. Buhara ve Hive Hanlıkları, İran ve Ruslara karşı Osmanlılar ile iyi ilişkiler kurmuşlardır. Ancak mesafenin uzaklığı daha sıkı ilişkileri engellemiştir. 1868 yılında Rus hâkimiyetine düşen hanlık, 1920 yılında yeni Sovyet yönetimi tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Hokand Hanlığı (1710-1876)

Hive ve Buhara Hanlıkları arasındaki mücadelelerden bıkan bir kısım halkı etrafına toplayan Şibani soyundan gelen Şahruh, Fergana'da Hokand merkez olmak üzere bağımsız bir hanlık kurmayı başarmıştır (1710). Bir ara Çin hâkimiyetini tanımak zorunda kalan hanlık, 1876 yılında Ruslar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Yaka Türkmenleri (Türkmenistan)

Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra Türkmenlerin bir kısmı Mangışlak, Maveraünnehir ve Horasan'da kalmışlardı. Bu bölgede diğer Türk boyları ile birlikte önce Moğol, sonra da Timurlular hâkimiyetinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra Moğol asıllı Kalmukların saldırılarına maruz kalmışlardır. Fakat bulundukları bölgelerin istilâlara karşı daha korunaklı olması ve boylar hâlinde yaşamaları sebebiyle Türkmenler genelde müstakil bir hayat sürmüşlerdi. Kopet Dağı çevresinde Yamud, İmralı gibi Türkmen boyları ile bir araya gelerek güçlendiler. 1835'den itibaren İran ve Hive Hanlığı baskısıyla Merv bölgesine doğru yayıldılar. Burada 1855'te Hive Hanlığı, 1860'ta da İranlıların saldırılarını savuşturarak istiklâllerini korudular. Bu dönemde başlarında Kuşid Han bulunuyordu . Türkistan'daki Rus ilerleyişi karşısında büyük direniş gösteren Türkmenler, 1879'da Göktepe'de Rusları ağır bir yenilgiye uğratmışlardır. Daha sonra aynı mevkide yapılan savaşlarda verilen kayıplar ve uğradıkları katliamlar sonucunda, Rus hâkimiyetini tanımak zorunda kalmışlardır(1884). Çarlık döneminde Türkmenler, ağır baskılara maruz kalmışlardır. Bu baskılar Sovyetler döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde Hazar kıyılarından Merv bölgesine kadar uzanan bölgelerde Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adıyla sözde bir devlet kurulmuştur. Bu devlet 1991 yılında bağımsızlığını ilân ederek Türkmenistan Cumhuriyeti adını almıştır.

Azerbaycan Hanlıkları

Azerbaycan yani ''odlar/ateş ülkesi'' tıpkı Anadolu gibi çok eski devirlerden itibaren Türk akınlarına sahne olmuş ancak, bölgenin Türkleşmesi 11.nci yüzyıldaki Selçuklu çağı Oğuz-Türkmen yerleşmeleriyle gerçekleşmiştir. Moğol ve Timur idaresinden sonra bölgede Karakoyunlu ve Akkoyunlular Türkmenleri hâkimiyet kurmuştur. Daha sonra kurulan Safevi Devleti ile Osmanlılar arasında sürekli mücadelelere sahne olan Azerbaycan, Nadir Şah'ın ölümünden sonra (1747) küçük hanlıklara bölünmüştür. Bölgede güçlenen Ruslar, önce Azerbaycan'ın iç işlerine karışmaya başladılar. Ardından Kuzey Azerbaycan'da yarım asır kadar birbirleri ile mücadele eden hanlıkları, birebir hâkimiyetlerine almışlardır. Böylece 1805'de Gence Hanlığı ( Ziyadoğulları), 1806'da Kuba ve Bakü Hanlıkları, 1815'te Şeki Hanlığı (Hacı Çelebi oğulları) ve 1822'de Karabağ Hanlığı (Cevanşir Beyleri) Ruslar tarafından ele geçirildi. Rus ilerleyişi karşısında harekete geçen, İranlılar, Ruslara peşpeşe yenilerek Gülistan ve ardından 1828 Türkmençay Andlaşması'nı imzalamak zorunda kaldılar. Bu anlaşmayla Azerbaycan, Aras sınır olmak üzere kuzey ve güney diye fiilen bölünmüş, Kuzey Azerbaycan'ı Ruslar işgal ederken, Güney Azerbaycan İran'da kalmıştır. Güney Azerbaycan'da Hoy ve Tebriz'de Dünbüllü Hanları, Erdebil'de Şeyhler gibi hanlıklar hüküm sürdüler. Bolşevik İhtilâli üzerine Rus ordularının Kafkaslardan çekilmesi ardından Azerbaycan Türkleri, 28 Mayıs 1918'de bağımsızlıklarını ilân ettiler. Bunda Nuri Paşa komutasındaki bir Osmanlı birliğinin Bakü'ye girmesi etkili olmuştur.

İlk bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti, 27 Nisan 1920 yılındaki kanlı Kızıl Ordu işgaline kadar yaşamıştır. Sovyetler döneminde Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1991 yılında ise bu devlet Azerbaycan Cumhuriyeti olarak bağımsız bir Türk devleti hâline geldi.

Kazak Hanlığı ve Yüzler (Cüzler)

Ebulhayr Han idaresindeki Özbekler, Moğol kabilelerinin saldırısı ile büyük kayıplar vermişlerdi. Özbek uruğları arasında iç çekişmeler başlaması üzerine bunlardan bir kısmı hanlıktan ayrılarak kuzeye göç ettiler (1457). Daha başka Türk unsurların katılması ile güçlenen bu topluluklar, kendi başlarına buyruk hareket ettiklerinden dolayı Kazak diye bilineceklerdir. Kazaklar bundan sonra Cuci soyundan değişik hanlar idaresinde siyasî bir birlik hâlinde yaşamışlardır. Kasım Han 16.ncı yüzyılın başlarında Kazakların tamamını hâkimiyeti altında birleştirmeyi başarmıştır. 17. yüzyıl başlarında Tevkel Han zamanında güçlerini daha da artıran Kazaklar, Maveraünnehir'e başarılı bir sefer düzenlemişlerdir. Bu dönemde Kazaklar, üç ordu hâlinde teşkilâtlandırılmışlardır. Bunlar Büyükordu (Ulu Cüz) doğu da, Küçük ordu (Kiçi-Cüz) batıda, Orta-orda (Orta-Cüz) ise Taşkent merkez olmak üzere ortada bulunuyordu.

18. yüzyıldaki Kalmuk istilâsı, Özbeklerin kuzeyindeki Kazakları perişan etmiş ve cüzlerin birbirinden kopmasına yol açmıştır. Ruslar, Kalmuklar ile Kazakları birbirine kışkırtarak, onları iyice zayıflatmıştır. Kazak ordularından Küçük Ordu Hanı Ebulhayr'ın, yardım alma ümidiyle Ruslara taviz vermesi, Kazakların Rus hâkimiyetine düşmelerine sebep olmuştur (1731).

Geri kalan Kazaklar, Kırgızlar ile birlikte Buhara, Hive ve Hokand Hanlığı etrafında toplanarak Ruslar'la mücadele etmişlerdir. Rus zulmüne karşı Kazak Türkleri pek çok defa isyan etmişlerdir . Bunlardan 1783'te Sırım Batur önderliğinde Doğu Kazakistan 'da baş gösteren ayaklanma 15 yıl sürmüştür. 19. yüzyılın ikinci yarısında Ruslar, Kazakların siyasî birliğine son vermişlerdir. Sovyetler döneminde de Kazaklara karşı baskılar ve asimilasyon devam etmiştir.

Kırgızlar

840'ta Orhun-Yenisey'deki Uygurları yıkan Kırgızlar önce Karahıtay ve ardından da 13.yüzyılda Moğolların hâkimiyetinde yaşamışlardır. Timurlular dönemine ait haklarında bir bilgi bulunmamaktadır. 16 yüzyılda ise başlarında Cengiz soyundan Halil Sultan'ın bulunduğu bilinmektedir. Kırgızların kâvmî teşkilâtı, bugünkü şeklini 17. yüzyılda almıştır. Bu dönemde Kırgızlar, Sağ ve Sol olmak üzere iki kola ayrılmışlardı. Kırgızlar, Sayan bölgesinde oturdukları eski zamana ait uruğ (kabile) adlarını korumakla beraber diğer Türk toplulukları ile de kaynaşmışlardır. Meselâ bunlardan, devlet tecrübesi olmayan bazı Altay ve Yenisey Türkleri. Kalmuklar ile karışarak Oyrat adıyla anılmışlardır. Umumiyetle Kazak hanlarının hâkimiyetleri altında yaşayan Kırgızlar, onlarla birlikte, 17. yüzyılın sonlarında Moğol asıllı Kalmuklara karşı savaşmışlardır. Kalmuklar ile olan savaş, dünyanın en uzun lirik destanı olan Kırgızlarıin millî destanları Manas'ın oluşmasını sağlamıştır..

Hokand Hanlığı'nın kuruluşunda Özbekler yanında Kırgız ve Kazaklar da yer almıştır (1710). Orta Asya'da Kalmuk istilâsı Kazak ve Kırgızları yıpratmış, Rusya ve Çin bundan faydalanarak onları boyunduruk altına almaya çalışmıştır. Sovyet döneminde Bişkek merkez olmak üzere Karakol bölgesi, Fergana ve Hokand'ın bazı bölgeleri ile Oş ve Pamir'in kuzeyini içine alacak şekilde Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu devlet 1991 yılında diğer Türk Cumhuriyetleri ile birlikte bağımsızlığını ilân ederek Kırgızistan Cumhuriyeti hâlini almıştır.

Doğu Türkistan (Kaşgar Hanlığı)

Uygur ve Karahanlıların üzerinde kurulduğu Isık göl, İli Havzası ve Doğu Türkistan'ın bir bölümü Çağatay Hanlığı'nın çöküşünden sonra, Duğlat emirlerinin hâkimiyetine girmişti. Timur'dan sonra kendini toparlayan hanlığın idarecileri, putperest Kalmuk, Oyrat gibi kabilelere karşı cihat eden Müslüman kimselerdi. Bunlardan biri Veys Han'dır (1418-1428). Yerine geçen oğlu Esen-Buğa (1429 -1462), Timurlular ile mücadele etmiştir. 17.nci yüzyılda bu bölgelerde Hoca adı verilen yerli kişiler hâkim idi. Mançu Sülâlesi boyunca (1644-1911) Çin'e bağlanan bölge halkı daha sonra sık sık Çin'e karşı ayaklanmıştır. Bunlar'dan 1866 yılında başlayan, Yakub Bey (Atalık Gazi) tarafından idare edilen ayaklanma önemlidir. Türkistan'ın istiklâlini amaç edinen Atalık Gazi, kendini Kaşgar Hanı ilân ederek önemli başarılardan sonra müstâkil hale gelmiştir (1874). Fakat Çin, Rus ve İngiliz kıskacına giren Atalık Gazi, çareyi İstanbul'a elçiler göndererek (1870) Sultan Abdulaziz'e tâbi olmakta bulmuştur.. Osmanlılar karşılık olarak, o dönemde içinde bulundukları güç şartlardan dolayı silâh ve iktisadî öğretmenler göndermekten başka yardım yapamamışlardır. Atalık Gazi'nin ölümünden sonra ülkesi Çinliler tarafından tekrar işgal edilecektir (1877).

Safeviler (1502-1732 )

Devlet, adını Erdebilli (İran) Şeyh Safiyüddin (ölm. 1334)' tarafından kurulmuş olan Safeviyye Tarikatı'ndan almıştır. Şah İsmail, Akkoyunluların içinde bulunduğu kargaşadan faydalanarak, gerek Akkoyunlu ve gerekse Karakoyunlulardan dağınık Türkmen zümrelerini, propaganda ettiği dinî heyecanın katkısı ile bir araya getirmeyi başarmıştır. Şah İsmail, çoğunluğu Anadolu'dan gitme Rumlu, Şamlu, Tekelü, Ustacalu, Dulkadirli, Afşar, Kaçar, Bayburtlu, Varsaklar gibi Türkmen aşiretlerinin de desteği ile Tebriz' i zapt ederek Safevi Devleti'ni kurdu (1502).

Akkoyunlular'dan Azebaycan'ı alan Şah İsmail, 1509'da Bağdat'ı ele geçirdi. 1510 yılında Özbek Hanı Şibani'yi Merv yakınlarında ağır bir yenilgiye uğratarak sınırlarını Ceyhun nehrine kadar genişletti. Anadolu'da Şiî propagandasını gittikçe arttırması, Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim'i harekete geçirdi. 1514 yılında Çaldıran'da yapılan savaşsı kaybeden Şah İsmail, ölümüne kadar (1524) bir daha toparlanamadı. Yerine geçen Şah Tahmasb (1524 -1576), saltanatı süresince doğuda Özbekler, batıda da Osmanlılar ile mücadele etti. Onun ölümü ile bir süre devam eden karışıklıklardan sonra hükümdar olan 1.nci.Abbas dönemi (1587-1628) Safevilerin en parlak dönemidir. Özbeklere ve Osmanlılara karşı başarıları yanında pek çok alanda ilerlemeler kaydedilmiştir. Daha sonraki dönemler Osmanlılarla uzun süren mücadeleler, taht kavgaları ve iç çekişmelerle geçmiştir.

1732 yılında Afşarlar'dan olan Nadir Şah'ın iktidarı ele geçirmesiyle İran'da Safevi Hanedanı yıkılmış Afşar Hanedanı başlamıştır. Nadir Şah, doğuda Türkistan ve Hindistan'da büyük fetihler yapmıştır. 1779 yılında kurulan Kaçar Hanedanı ile İran'da Türk hâkimiyeti 1925 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir.

'''

Timur'un torunlarından Zahireddin Muhammed Babür'ün kurduğu Hint-Türk İmparatorluğu bunların en uzun ömürlüsü, en güçlüsü olmuştur. Zahireddin Mahmud Babür, 14 Şubat 1483'te Fergana'da doğdu. Babası, Timur'un torunu ve Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mırza idi. Ömer Şeyh Mırza 1494'te ölünce yerine en büyük oğlu Babür geçti.

Semerkant'ta Büyük Hakanlık tahtında oturan amcasını metbu tanıyordu. Fakat Babür henüz çok gençti ve taht kavgaları da başlamış bulunuyordu. Bu yüzden hayatını güçlükle kurtararak kendine bağlı beğlerle 1504'te Kabil'e gitti. Devletinin başkentini de buraya taşıdı.

1507 yılında, padişah ünvanını alan Babür kendisini Timur'un en büyük varisi ilan etti. Ele geçirdiği yeni toprakları sadık beyleri arasında baylaştırdı. İdare ve orduyu düzene soktu. 1519'da Sind Irmağı'nı geçerek Pencab yöresinde hakimiyet kurdu. 1522'de Sind ve Belücistan arasındaki bölgeye de hakim oldu. 1524'de Delhi Sultanı İbrahim Ludî'nin kuvvetlerini yendikten sonra Lahor'a girdi.

İmrahim Ludî'nin 100 bin asker ve 1000 filden oluşan büyük bir ordusu vardı. Bu ordu ile Babür'ü yok etmek azmiyle üzerine yürüdü. Babür'ün asıl kuvveti ise 13,500 kişilik şeçkin Türkistan atlılarından ibaretti. Ama ateşli silahlara da sahipti. Osmanlı Türlerinden Mustafa Rumi adlı subayın idare ettiği bir topçu birliği vardı. Babür'e savaşı kazandıran bu topçu birliği ve atlı askerleri oldu.

Hinduların ateşli silahları yoktu. Yarım gün süren savaşta, Ludî'nin ordusundan 40 bin kişi ölmüş, büyük bir kısmı esir alınmış, diğerleri de kaçmışlardı. İbrahim Ludi bu savaşta öldü.Bundan sonra Delhi'ye giren Babür, 1526'da Hint-Türk İmparatorluğu'nu kurmuş oldu. 1527'de putperest Hindulardan oluşan bir orduyu yenince Gazi'' ünvanını aldı.

Babür, kendisinin ve askerlerinin Türk oluşu ile iftihar eden, adil, koruyucu bir hükümdardı. Kendisini beğlerine ve kumandanlarına sevdirmişti. Aynı zamanda çok büyük bir edip ve şair idi. Arap alfabesini almış, ama Çağatay Türkçesini, daha doğrusu Orta Asya Türkçesini resmi dil olarak ilan etmişti. (Babürname adı ile meşhur olan hatıratından ve devrinin kültür hareketlerinden bölüm sonunda bahsedilecektir. Burada şu kadarını söyleyelim ki bu eseri hem bizim tarihçilerimiz, hem yabancılar, bütün Türk dünyasında ve bütün zamanlarında Türkçenin en büyük şaheseri sayarlar).

Babür, Delhi'den sonra Agra'yı da almış ve burasını başkent yapmıştı. 1528'de Luknov ve Bengal'i de ele geçirdi. Fakat 1529 sonlarına doğru hastalandı. Devletin ileri gelenlerini huzuruna çağırarak, onlara oğlu Hümayun'u veliaht seçtiğini bildirdi ve kabul ettirdi. 1530'da başkent Agra'da öldü, fakat Kabil'de gömüldü. 1646'da torunu Şahcihan ona Kabil'deki kabri üzerinde muhteşem bir türbe yaptırdı.

Babasının ölümü üzerine tahta çıkan Humayun 26 yıl saltanat sürdü Fakat saltanatının ilk yıllarında tahtına göz dikenlerle ve babasının yendiği düşmanlarla mücadele etmek zorunda kaldı. Altı erkek kardeşi vardı. Onlara ve öteki akrabalarına geniş araziler ve başka tavizler vererek tahtını korudu.

Öte yandan, Ludî hükümdarı Mahmud Ludi, Afgan emirleri ve bazı racalar ile birleşerek Humayun'a karşı harekete geçti. Gucerat hükümdarını da hareket için tahrik etti. Fakat Humayun Şah ikisini de yendi. Ancak çok geçmeden kardeşler arasında da kavga çıktı. Gucercat valisi olan kardeşi Askerî, başkent Arga üzerine yürüdü. Sonunda barıştılar ama kardeşler arasında birlik yine sağlanamadı.Bu sırada, Ludîlerin yerine Sur Devleti'in kurmaya çalışan Şir-Han, bir gece Agra'ya baskın yaptı ve Hümayun Şah, kardeşlerinden de yardım görmeyince Şah Tahmasb'a (Safevilere) sığındı.

Şir-Han, Safevîleri ortadan kaldırmak için Osmanlılarla anlaşınca Şah Tahmasb da Humayun Şah'ı kendi ordusu ile destekleyerek onun üzerine, yani Hindistan'a gönderdi. Bu Hümayun Şah için iyi bir fırsat oldu. Artan ve toparlanan kuvvetleriyle Kabil, Kandehar ve Bedahşan'ı geri aldı. Babası Babür gibi o da Kabil'i üs yaparak yeniden fetihlere başladı. 1555'te büyük Afgan ordusunu yenerek Delhi'ye girdi. Kardeşleriyle anlaştı ve yeniden İmparatorluğa hakim oldu.

Hümayun Şah, Tahmesb'dan yardım görse de Şiiliğe itibar etmedi ve Safevîleri kendi devletinin geleceğini tehdit eden bir tehlike olarak gördü. Onun için Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a ''Padişah Baba'' diye hitap eder mektuplar yazdı. Doğunun kendisine bırakılması halinde Safevî tehlikesini birlikte yok edebileceklerini bildirdi. Humayun Şah, babası Babür Şah kadar iyi bir kumandan ve idaresi değildi. Sık sık ayaklanmalar oluyordu. Ama yine de imparatorluğu koruyabilmişti.

1556'da kütüphanesinin yüksek raflarından kitap almaya çalışırken merdivenden düştü ve ağır yaralandı. 28 şubat 1556 günü öldü. Ölmeden önce, o sırada misafiri olan Osmanlı Derya Kaptanı Seydi Ali Reis'in de tavsiyesi ile Bedahşah'da ayaklanan Afgan birlikleriyle çarpışmakta olan oğlu Ekber'e bir name göndererek onu veliaht tayin etmişti. Yine Seydi Ali Reis'in tavsiyesiyle, Ekber'in şavaşı bitirip dönüşüne kadar ölümü gizli tutuldu. Bir ay kadar sonra, ayaklanmayı bastıran Ekber geldi ve tahta çıkarıldı.Ekber henüz 14 yaşındaydı ama sadık kumandanları ve kudretli atabeyi Bayram Han sayesinde başarılı olmuştu. Humayun Şah da babası kadar kudretli olmamakla beraber divan sahibi iyi bir şairdi. Delhi'de güzel bir türbesi vardır.

On dört yaşında tahta çıkan Ekber Şah, 49 yıl saltanat sürdü. Yirmi yaşına kadar devlet idaresinde baş yardımcısı ve yetkili olan atabeyi Bayram Han'ı zorla emekli ederek Hacca gönderdi ve bundan sonra ülkenin tek hakimi oldu. Güçlü bir teşkilat kurdu. Ayaklanmaları dağılmaları önledi. 1578'de Bengal, 1581'de Kabil, 1587'de Keşmir, 1592'de Sind ve 1594'de Kandehar'ı tam olarak itaat altına aldı.

Ekber Şah zamanında, sarayda, Hint tesiri artmaya başladı. Haremine aldığı Hintli kadınların tesiri ve hoşgörüsü ile, Hinduların da vatandaş sayılarak asker ve devlet memuru olmalarını sağladı. Müslümanlarla ordular arasında eşitlik sağlanınca ülkede gerginlikler azaldı. O ''halkın devlet için değil, devletin halk için var olduğu'' anlayışını benimsedi ve benimsetti. Muazzam nüfusu olan Hindistan'da Türkler küçük bir azınlık durumunda idiler ve daha çok asker ve memur oluyorlardı. Bir çok bakımdan eşitlik sağlandığı için azınlığın çoğunluk üzerindeki hakimiyeti bir mesele olmaktan çıkmıştı.

Ekber Şah, 1603'te hastalandı ve konuşamaz hale geldi. Oğlu Cihangir'i cağırarak ona kendi eliyle kılıç kuşandırdı ve hükümdarlık sarığın giydirdi. Ölümünden evvel Sıkanda'da kendisi için bir türbe inşaatı başlatmıştı. Fakat kat ve piramidi andıran bu türbe oğlu Cihangir tarafından tamamlatıldı ve oraya gömüldü. Ekber Şah 1605'te ölmüştü.

Selim Cihangir Şah, yirmi iki yıl saltanat sürdü. Adil, fakat zevk ve eğlenceye düşkün bir hükümdar idi. Hemen hemen hiçbir askerî başarı elde edemedi ve Kandahar şehrini İranlılara kaptırdı. Devletin ileri gelenleri de kendi nüfuzlarını arttırmak için mücadele etmekten başka bir şey yapmadılar. Cihangir'in yaptığı en önemli iş Ağra ve Lahor arasındaki yol idi.

Zayıf iradeli bir hükümdar olan Cihangir zamanında saray ve entrikalarına kadınlar da karışmaya başladılar. Gevşek yönetimi yüzünden oğulları ile arası açıldı.

İngilizlerin, Hindistan ticaretine el atmaları ve Gucerat'ın Surat limanında tüccarlarının yerleşeceği bir yer açmaları da Cihangir zamanına rastlar (1613). İngiltere'nin bir köprü başı gibi kullandığı bu liman, zaman içinde bütün ülkeyi ele geçirmesini sağlayacaktı.
Cihangir, tahttan indirileceği bir sırada öldü ve oğlu Hürrem Şah, ''Şah Cihan'' adı ila tahta çıktı (1628).

Evrengzib'in (I. Alemgir'in) 1707'ye kadar süren saltanat döneminde, imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştı ve Hindistan'ın tamamı Türk hakimiyetine girdi. Evrengzib koyu bir Müslüman, cesur bir komutan, iyi bir idareci ve yeniliklere açık bir devlet adamı idi. Taht kavgasına girişen kardeşlerini ortadan kaldırdı.

Evrengizb Türk ve Müslüman dünyası ile iyi ilişkilerde bulunmuş, komşuları ile önemli bir meselesi olmamıştır. Halktan alınan vergileri azaltmış, düzeni ve huzuru sağlamıştı. Yemen İmamına, Habeşistan Hükümdarına gümüş ve altın para yardımı yapmıştır.

Fakat, onun zamanında Hindistan ticaretine İngilizlerden sonra Hollandalılar da el atmış, Gucerat limanlarında onlara da bazı imtiyazlar verilmişti. Ülkesinde gittikçe çoğalan yabancı şirketlerin sömürücü tutumlarından şikayetçi idi ama, kendi ticaret gemilerini Hint Denizi'nde korsanlara karşı İngilizler koruduğu ve Hindistan'ın ekonomik menfaatleri onları hoş tutmayı gerektirdiği için gümrük vergileri biraz arttırmaktan başka bir şey yapamadı.

Evrengzib, Hindistan'ın en adil hükümdarı olarak isim yaptı. En büyük kusuru, Türkistan'dan yeteri kadar Türk askeri getirmemiş olmasıdır. Çünkü Türkistan askerleriyle hem çoğunluğun baskısına hem de ülkeyi ele geçirmeye çalışan Batılılara karşı daha güçlü ve başarılı olacaktı.

Evrengzib, 1707 yılında öldü ve bütün Türk devletlerinde kötü bir gelenek halini alan taht kavgaları yine başladı.

Evrengzib'den sonra, kabiliyetsiz şehzadelerin birbirlerine düşmeleri, racaların isyanı, ülkeyi sarstı ve gerileme başladı. Nihayet Alemgir'in (Evrengzib'in ) oğullarından I. Bahadır Şah tahta çıktı. Fakat onun zamanında Racputlar isyan ettiler. Sih'ler de başkaldırdı ve büyük karışıklıklar yarattılar. Bu kargaşalıktan yararlanan Afganlılar bağımsızlıklarını ilan etmekte gecikmediler.

1723'te ''Delhi'' ve ''Haydarabad'' şahlıkları olmak üzere ülke ikiye ayrıldı. Bu durumdan yararlanan İran (Avşar) hükümdarı Nadir Şah 1739'da Kuzey Hindistan'ı ve Delhi'yi zaptetti. Çok büyük ganimet aldı. Hint-Türk İmparatorluğu'nun hazinesinden o zamanın parasıyla 700 milyon rupilik kısmına el koydu. Fakat Bahadır Şah'ın torunu yerine bıraktı. İdare Nadir Şah'ın tayin ettiği umumi valinin elindeydi.

1748'de bu defa Afganlı Ahmed Şah Hindistan'a girdi. Sind, Pencap ve Keşmir eyaletlerini hakimiyeti altına aldı.

Artık Babürlü Hakimiyeti iyice zayıflamış, sınırları daralmıştı. 1760'ta II. Alemgir Şah, veziri tarafından öldürüldü ve yerine II.Şah Alem geçti. Bu şah, ülkeye gittikçe yayılan İngilizlerle savaştı. Ama, 1764 Baksar Savaşında yenilgiye uğrayınca, İngilizler idareye hakim oldular ve bundan sonra gelen hükümdarlar bir İngiliz memuru olmaktan ibaret kaldılar.

1766'da, Allahabad Anlaşması'yla pekişen İngiliz hakimiyetinden sonra bazı direnişler, isyanlar oldu. Mesela 1857'de büyük ''Sipahi isyanı'' çıktı. Ama İngilizler bu isyanı da bastırdıktan sonra 1858'de bütün Hindistan'ı İngiliz İmparatorluğu'na kattılar. 1877'de Kraliçe Victoria resmen Hindistan İmparatoriçesi ilan edildi.

Kendi adıyla anılan imparatorluğun kurucusu, büyük kumandan devlet adamı ve teşkilatçı olan Babür, aynı zamanda büyük bir edip, şair, alim idi. Bilim ve sanat adamlarını koruyor, teşvik ediyordu. ''Eğer baban iyi kanun koymuşsa onu muhafaza et, yürürlükte tut, eğer bu kanun fena ise, ihtiyacı karşılamaz duruma gelmişse, yenisini yap'' ilkesinden hareket ederek, yararlı kanun ve müesseselere işlerlik kazandırıyor, bunları geliştiriyor, modası geçmiş, yetersiz kalmış olanlarını yürürlükten kaldırıyordu.

Babür İmparatorluğu'nda ekonomik hayat tarıma dayanıyordu. Sebzecilik, tütüncülük, afyonculuk yaygındı. En çok pamuk üretilirdi ve dokumacılık ileriydi. Yün, pamuk ve ipekli kumaşlar, elle yapılan eşyalar Avrupalılara satılır, dışarıdan çok az şey alınırdı. Çünkü ülke, o zamanki nüfusuna yeterli bir ekonomiye sahipti. Bununla beraber, yağmursuz geçen yıllarda büyük kıtlıklar olurdu.

Babür İmparatorluğu'nda büyük şair, edip ve tarihçiler yetişmiştir. Mimarlık çok yüksek bir seviyeye çıkmış, bütün Hindistan çok güzel eserlerle adeta doldurulmuştur. Hindistan'daki bu Türk İmparatorluğu'nu yöneten hükümdarların en büyük hata veya kusuru, devletin geleceğini düşünerek, çok nüfuslu bu ülkede Türk nüfusu çoğaltmamak olmuştur. Mevcut Türkler azınlıkta kalıyor, onlar da orduda ve devlet işlerinde görev alıyorlardı. Bunun sonucu olarak, Babür zamanında Türkçe olan konuşma ve yazı dili Babür'den sonra yavaş yavaş bırakılmış, onun yerini Farsça, daha sonra Urduca almıştır. Urduca (Orduca), çoğunluğu Türklerden oluşan askerlerin, yerlilerle anlaşmak için kullandığı karma bir dil olarak gelişti. Türkçe, Farsça ve değişik Hindu lehçelerinden alınan kelimelerle meydana gelen bu dil, bu gün Pakistanlıların resmi dilidir ve Hindistan'ın büyük bir bölümünde de konuşulmaktadır.

Hindistan'da dini hayat canlıydı. Müslümanlık, yerliler arasında yayılmıştı. Yalnız Delhi'de binden fazla medrese vardı. Türkistan'dan gelen tasavvuf hareketi Hindistan'ı da etkilemiş ve burada Çişti, Nakşibendî, Kadirî, Sühreverdî, Şettarî tarikatları yaygın hale gelmişti.

Fakat, Hindistan'da en ileri giden kültür ve sanat kolları, mimarlık ve edebiyat olmuştur. Bütün dünyanın hayranlığını kazanan Tac Mahal, Hindistan'daki Türk mimarlığının, mimarideki zevk, incelik ve ustalığın sembolü olmuştur. Çağatay edebiyatının en güzel örneklerinden biri sayılan eseri de, bu imparatorluğun kurucusu olan Babür Şah'ın yazdığı Vekayi (Babürname) ile, baş mimarı İstanbullu Mehmed İsa Efendi olan Tac Mahal'i ayrı başlıklarla tanıtacağız.

Tac Mahal

İstanbul'dan getirilen Türk mimarların yaptıkları bu eser, dünyanın en güzel, en muhteşem en meşhur türbesidir.

Bu duygulu, zeki ve güzel kadın 1631 yılında 14. çocuğunu doğururken vefat etti. Şah Cihan eşinin ölümünü takip eden sekiz gün boyunca yemekten, içmekten kesilmiş, hiç odasından çıkmamıştı. Dokuzuncu gün dairesinin kapısını açıp dışarı çıktığı zaman saçlarının bembeyaz olduğu, iyice çöktüğü görüldü. Duygulu, gerçek aşık, vefalı hükümdar, ölünceye kadar kalbinde yaşatacağı sevgili eşi için bir türbe yaptırmaya karar verdi. Bu türbe saf aşkı sembolize edecek şekilde güzel, iç açıcı, aynı zamanda muhteşem olmalıydı. Bunun için dünyanın en büyük ustalarını bulacak, hazinesini, bu esere harcanmak üzere onların emrine verecekti. Bu amaçla İstanbul'dan mimarlar istedi. Gelen mimar, Mimar Sinan'ın öğrencilerinden Mehmed İsa Efendi ve ekibi idi.

Babürname

Babür'ün, Hanefî fıkhına ait Mübeyyen isimli bir mesnevisi, tür şairlerinin aruzla yazdığı şiirleri hakkında da bilgi veren Aruz Risalesi, çeşitli şiirlerini topladığı bir ''divan''ı vardır. Fakat Babür'ün asıl eşsiz eseri ''Babürname'' olarak anılan büyük seyahat ve hatırat kitabıdır. Çağatay lehçesiyle (Orta Asya Türkçesiyle) yazılan bu eserde Babür, gezip gördüğü yerleri, bütün özellikleriyle, oralarda yaşayanların adet, gelenek, duygu ve düşünceleriyle, çok akıcı ve tabii bir üslupla tanıtmıştır. İyi ve kötü taraflarını sebep olduğu mutluluk ve mutsuzlukları, kendi çağının tarihî gerçeklerini çok samimi, çok güzel bir şekilde anlatmıştır.

Edebiyatçılarımız ve tarihçilerimiz bu eseri, lisanındaki tabi güzellik dolayısıyla ''yalnız Orta Asya Türkçesinin değil, bütün Türk edebiyatının en güzel mensur eserleri arasında'' sayar. Bazılar da '' Türk tarihinin bütün zamanlarının en değerli hatırat eseri'' olarak gösterirler.

'''

Top