İnkılap tarihi

Milli Güç;  Bir devletin hedeflerini gerçekleştirmek için kullandığı maddi ve  manevi güçlerinin toplamına "millî  güç"    denir.

Atatürk'ün yönetim anlayışının temelinde millî güç unsurları bulunmaktadır.

Siyasi Güç; Bir devletin ulusal hedeflerine ulaşabilmek için ve ulaşabildiklerini korumak, milli menfaat sağlamak amacıyla kullandığı siyasal güçlere denir.

Bir ülkede siyasi gücün etkili ve güçlü olması;

*Bir devletteki siyasi gücün etkili olması ülkedeki demokrasinin gelişmişliğine bağlıdır.

*Bir ülkede siyasi gücün istenen düzeyde olabilmesi için bazı şartlar yerine getirilmelidir. Buna göre öncelikle var olan kanunların toplumun sosyal ve kültür yapısına uygun, yeterli ve tam anlamıyla uygulanıyor olması gerekir.

*İç politikada devlet milletle bütünleşmeli ve siyasal sistem tam işlemelidir. Atatürkçü düşünce sisteminin en önemli unsurudur. Ulusal egemenliğin uygulanması ve demokrasinin varlığı bu güçle mümkündür.

*Siyasi gücün güçlü olması demokrasinin güçlü olduğunu gösterir.

*Devletin siyasi ilişkilerinde diğer devletlerle yaptığı siyasi antlaşmalarda menfaatlerini koruma ve devletin itibarını yükseltme kabiliyetinde olmalıdır.

*Devleti yönetenlerin halka dayanması ve siyasi ve diplomatik bilgi ve tecrübelere sahip olması gereklidir.

 

Not: Türkiye Cumhuriyeti’nin “Egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir.” ve “Laik” bir yapısının olmasıyla sınıfsız toplum oluşturması siyasi güç açısından önemlidir.

Askeri Güç; Bir devletin ulusal politikalarını uygulamasında ve millî hedeflere ulaşmasında kullandığı fiziki güçtür. Jeopolitik konumu çok önemli  olan , kurulduğundan  bu yana sürekli hedef olan  Türkiye Cumhuriyeti  için, milli politikaların uygulanması açısından  askeri gücün güçlü olması gereklidir.Çünkü askeri güç caydırıcıdır.Askeri olarak ne kadar güçlü olunursa o kadar caydırıcılık artar.

Bir ülkede askeri gücün etkili olması için;

*Asker sayısı, silah ve teknolojik donanım vs. iç ve dış tehlikelerden korunabilmek için askerî açıdan güçlü olmalı

*İç ve dış tehlikelerden korunmak için askeri güce önem verir.

*Askeri güç iç ve sınır güvenliğini sağlamada da etkilidir.

*Milli menfaatlere yönelik iç ve dış tehditlere karşı “caydırıcı - vazgeçiren” bir etkiye sahip olmalıdır.
*Bir milletin rahat ve huzur içinde yaşamasını sağlar.

*Halkının hakkını ve bağımsızlığını korur.

Not: Düzenli ordunun kurulması ve ordumuzun gelişen teknolojiye ayak uydururak kullandığı silah,tank,jet ve gemi gibi askeri araç gereçlerin yenilenmesi ya da yeni takviyeler askeri gücü artırır.

Not:Mustafa Kemal Atatürk’e göre “Türkiye Cumhuriyeti iki şeye güvenir. Biri milletin kararı diğeri de ordumuzun kahramanlığına”

Ekonomik Güç;  Bir devletin ekonomik gücünün iyi olması milletine karşı görevlerini hakkıyla yerine getirebilmesini sağlar. Güçlü ve bağımsız bir devlet ancak güçlü bir ekonomi ile sağlanır.

Bir ülkenin ekonomik gücünün yüksek olabilmesi için;

*Ülkedeki yer altı ve yer üstü kaynakları devamlı ve yeterli olmalı, sanayi alt yapısı ve nitelikli insan  gücü bulunmalıdır.

*Milli birlik ve beraberlik içinde, milli kalkınma hedefleri doğrultusunda hareket etmelidir.

*Dünyadaki pazar payını artırmak için devlet ve hükümetin gayret göstermesi gereklidir.

*Ekonomi milli kaynaklara dayandırılmalı ve tam bağımsız olmalıdır.

*Milli kaynakların  iyi kullanılması devletin gelişmesini sağlar.

Not: Milli kaynakları kullanarak sanayileşme çalışmaları cumhuriyetin ilk yıllarında başlamış ve hammaddesi TÜRKİYE’ de olan çok sayıda  sanayi tesisi açılmıştır.

Not: “Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olmaz, az zamanda söner.”Mustafa  Kemal ATATÜRK

Sosyokültürel Güç; Sosyokültürel güç, eğitimli, teknik bilgilerle donanmış, kültürlü  insanların oluşturduğu güçtür.Bir milleti oluşturan kültürel değerlerin tümü ve toplumsal özellikler sosyokültürel gücü oluşturur.

Bir ülkenin sosyokültürel gücünün yüksek olabilmesi için;

*Vatandaşların birlik ve beraberlik içerisinde olması

*Milli birlik ve beraberliği kuvvetleştiren çalışmalara önem verilmesi

*Eğitim ve kültür alanlarında inkılaplar yapılarak toplumun bilgi ve kültür düzeyinin   geliştirilmesi

*Bilim ve teknoloji alanlarına yatırımlar yapılması

*Kültür ve sanat faaliyetlerinin geliştirilmesine önem verilmesi

Not:  Atatürk Sosyokültürel gücü güçlü kılmak için eğitim ve kültür alanındaki çalışmaların geliştirilmesini istemiştir.Tevhit-i Tedrisat kanunu,Millet Mektepleri gibi pek çok çalışma ve kanun bu kapsamda yapılmıştır.

ATATÜRK’ÜN HANGİ SÖZÜ HANGİ ATATÜRK İLKESİYLE İLGİLİ

CUMHURİYETÇİLİK

1.   Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla milli egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan doyalı hürriyetinde eşitliğinde adaletinde dayanak noktası milli egemenliktir.

2.   Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar yok olur.

3.  Unutulmalıdır ki, milletin hâkimiyetini bir şahısta veyahut mahdut eşhasın elinde bulundurmakta menfaat bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır.

4.   Bizim telakkimize göre, siyasi kuvvet, milli irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz.

MİLLİYETÇİLİK

1.   Türk halkı asırlardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklali bir lâzımı hayatiye telakki etmiş bir kavmin kahraman evlatlarıdır. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.

2.   Büyük devletler kuran atalarımız, büyük ve şümullü (kapsamlı) medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türkiye’ye ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.

3.   Ben 1919 senesi Mayıs’ı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı.

4.   Esas, Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Türk’ün haysiyeti, izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır. Binaenaleyh, ya istiklal, ya ölüm! 

5. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık olamaz.

6.   Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. www.sosyalbilge.com

7.   Türk dili, Türk milleti için mukaddes bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz badireler içinde, ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, menfaatlerinin yani bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir.

8.   Kendiniz için değil, bağlı bulunduğunuz ulus için elbirliği ile çalışınız. Çalışmaların en yükseği budur.

9.   Ülkesini ve yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır

10.   Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, vatanseverliliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.

11.   Bu millete çok şey öğretebildim ama onlara uşak olmayı öğretemedim.

12.   Milli mücadelelere şahsi hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.

13.   Giriştiğimiz büyük işlerde, milletimizin yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız olmuştur.

14.   Gerektiğinde vatan için tek bir fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir.

15.   Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.

16.   Bizim eğitim sistemimiz eskiden çok farklı olacaktır. “Milli” olacaktır. Milli dehamız ancak milli kültürümüz aracılığıyla geliştirilebilir.

17.   Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.

18.   Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir.

19.   Millet sevgisi kadar büyük mükâfat yoktur. www.sosyalbilge.com

20.   Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.

21.   Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. 

22.   Ben gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.

23.   Her türlü muvaffakiyet sırrının, her nevi kuvvetin, kudretin hakiki kaynağının, milletin kendisi olduğuna kanaatimiz tamdır.

24.   Türk… Öğün, çalış, güven.

25.   Böyle evlatlara ve böyle evlatlardan müreffeh ordulara malik bir millet elbette hakkını ve bağımsızlığını bütün manasıyla muhafaza etmeğe muvaffak olacaktır. Böyle bir milleti bağımsızlığından mahrum etmeğe kalkışmak hayal ile vakit geçirmektir.

26.   (Büyük taarruz ve başkomutanlık meydan muharebesi hakkında) Bu eser Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.

27.   Mazinin kararsız, çürümüş zihniyeti ölmüştür. Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmağa kadirdir.

28.   Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.

29.   Mukaddes inançlarımızı ve vicdanlarımızı çapraşık ve değişken olan ve her türlü menfaat ve ihtirasların tecellisine sahne olan siyasetten ve siyasetle ilgili bütün hususlardan bir an evvel ve kesin olarak kurtarmak milletin, dünya ve ahiret saadetinin emrettiği bir zarurettir.

HALKÇILIK

1.   Bizim halkımız menfaatleri birbirinden ayrılır sınıflar halinde değil, aksine varlıkları ve çalışmalarının sonucu birbirine lazım olan sınıflardan ibarettir.

2.   Milli servetin dağıtımında daha mükemmel bir adalet ve emek sarf edenlerin daha yüksek refahı, milli birliğin muhafazası için şarttır. Bu şartı daima göz önünde tutmak, milli birliğin temsilcisi olan devletin mühim vazifesidir.

3.   Hükümetin varlığının sebebi, memleketin asayişini, milletin huzur ve rahatını temin eylemektir. Bütün memlekette gerçek bir asayiş hâkim olmalıdır. Millet büyük bir huzur ve emniyet içinde müsterih bulunmalıdır. 

4.   Gaye, sınıf mücadelesi yerine içtimai tesanütü (Sosyal dayanışmayı) sağlamaktır.

5.   Millete efendilik yoktur. Millete hizmet etmek vardır. www.sosyalbilge.com

6.   Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, mutluluk ve zenginliğe layık olan köylüdür.

7.   Biz memleket halkı fertlerinin ve çeşitli sınıf mensuplarını birbirlerine yardımlarını aynı kıymet ve mahiyette görürüz; hepsinin menfaatlerinin aynı derecede ve aynı eşitçilik duygusuyla teminine çalışmak isteriz.

8.   Bizim bildiğimiz demokrasi bilhassa siyasidir; Onun hedefi milletin idare edenler üzerindeki murakabesi sayesinde, siyasi hürriyeti temin etmektir. 

9.   Bence bizim milletimiz, birbirinden çok farklı menfaatleri takip edecek ve bu itibarla birbiriyle mücadele halinde buluna gelen çeşitli sınıflara sahip değildir. Mevcut sınıflar birbirlerine ihtiyaç duyan ve kendilerine ihtiyaç duyulan mahiyettedir.

10.   Memleketin başında Ortaçağın en insafsız belası olarak hala musallat duran aşarın kaldırılmasını yüce meclise teklif edebilecek bir ekonomik seviyeye cumhuriyet idaresinin bir senede ulaşmış olması, cidden memnuniyet vericidir.

11.   Her Türk çiftçinin ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması mutlaka gereklidir. Vatanın sağlam temeli ve bayındır hale getirilmesi bu esastadır.

12.   Artık bugün demokrasi fikri, daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükümetlerin, bu denizde boğulduğunu görmüştür.

LAİKLİK

1.   Efendiler ve ey millet; biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, müritler memleketi olamaz. En doğru, en hakiki yol medeniyet yoludur.

2.   Her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, mensup olduğu bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine maliktir.  

3.   Eğitim ve öğretimi birleştirmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden kurulu bir millet yapmaya imkân aramak abesle uğraşmak olmaz mı idi? Dünya medeniyet ailesinde saygı toplayan bir yerin sahibi olmaya layık Türk Milleti, evlatlarına vereceği eğitimi mektep ve medrese adında birbirinden büsbütün başka iki çeşit kuruluşa bölmeye katlanabilir miydi?

4.   Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamıyla medeniyetin saçtığı ışık karşısında filan veya falan şeyhin irşadıyla maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların medeni Türk toplumunda var olabileceğini asla kabul etmiyorum.

5.   Ölülerden medet ummak medeni bir toplum için yüzkarasıdır.

6.   Vicdan hürriyeti mutlak ve taarruz edilemez, ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır.

7.   Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. www.sosyalbilge.com

8.   Bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir.

9.   Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir. 

10.   Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz.

11.   Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır.

12.   İntisap etmekle bahtiyar olduğumuz İslam dinini, asırlardan beri alışılmış olduğu üzere bir siyaset vasıtası mevkiinden kurtarmak ve yükseltmenin elzem olduğu hakikatini müşahede ediyoruz.

13.   Türkiye’de “muayyen bir dinin merasimi de serbesttir, yani ayin hürriyeti masundur. Tabiatıyla ayinler asayiş ve genel adaba aykırı olamaz, siyasi gösteri şeklinde de yapılamaz.”

14.   Müslümanlığın, yüzyıllardan beri yapıla geldiği üzere bir siyaset vasıtası olarak kullanılmaktan kurtarılmasının ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz.

İNKILAPÇILIK

1.   Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız, milletimizi en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.

2.   Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız.

3.   Artık duramayız. Behemehâl ileri gideceğiz. Geriye ise hiç gidemeyiz. Çünkü ileri gitmeye mecburuz. Millet açıkça bilmelidir; medeniyet öyle bir kuvvetli ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar mahveder.

4.   Medeniyet yolunda başarı, yenilikleri kavrayıp uygulama alanında başarılı olmak için tek ilerleme ve gelişme yolu budur.

5.   Türk milleti uygarlığın bugünkü gelişmelerinden feyiz ve ilham almış aydın evlatlarının yönetim ve öncülüğünde, geçmişte kaçırılan fırsatların doğurduğu gecikmeleri telafi çaresini bulmakta gecikmeyecektir.

6.   Türk milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı var olmanın yegâne koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşayamayacaktır. 

7.   Türk milletinin istidatı ve kati kararı medeniyet yolunda durmadan, yılmadan ilerlemektir.

8.   Bütün boş ve temelsiz sözleri ortadan kaldırmak lazımdır. Şapka giyelim mi, giymeyelim mi gibi sözler manasızdır. Şapka da giyeceğiz, batının her türlü medeni eserlerini de alacağız. Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmağa maruzdurlar.

9.   Ulus, uluslar arası genel mücadele alanında yaşama nedeni ve güç nedeni olacak iklim ve aracın ancak çağdaş uygarlıkta bulunabileceğini bir değişmez gerçek olarak kabul etmiştir.

10.   Efendiler, milletimizin başına giymekte olduğu, cahillik, gaflet, taassup, yenilik ve medeniyet düşmanlığının belirgin işareti gibi görülen fesi atarak onun yerine bütün medeni dünyaca başlık olarak kullanılan şapkayı giymek ve böylece, Türk milletinin medeni toplumlardan zihniyet bakımından da hiçbir ayrılığı bulunmadığını göstermek kaçınılmaz oluyordu.

DEVLETÇİLİK

1.   Beyan etmeliyiz ki devlet ve fert birbirine karşı değil birbirinin tamamlayıcısıdır.

2.   Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi iktisadi işlerde de, fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek doğru olamaz. Mühim ve büyük işleri ancak milletin toplam servetine ve devletin bütün teşkilat ve kuvvetine dayanarak milli egemenliğin uygulanmasını ve yürütülmesini düzenlemekle görevli olan hükümetin mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır.

3.   Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz, bununla beraber, hiçbir piyasa başıboş değildir.

HALKÇILIK -  CUMHURİYETÇİLİK

1.   Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.

2.   Her türlü başarının sırrı, her türlü kuvvetin, kudretin gerçek kaynağı, milletin kendisi olduğuna kanaatimiz tamdır. 

3.   Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.  www.sosyalbilge.com

4.   Bizim nokta i nazarımız; kuvvetin, kudretin, hâkim idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir.

5.   Halk idaresinin bütün kapsayıcı anlamıyla layık olduğu gelişme derecesine erişebilmesi siyasetimizin gereklerindendir.

6.   İdare usulümüz kayıtsız şartsız hâkimiyetine sahip olan halkın, mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.

7.   Artık, hükümet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükümettir. 

İNKILÂPÇILIK - LAİKLİK

1.   Dünyada her şey için, medeniyet için, başarı için en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir. 

2.   Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. 

3.   Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver (eksen) üzerinde, akıl ve ilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.

İNKILÂPÇILIK – HALKÇILIK

1.   Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün ruhu ve görünümleriyle medeni bir toplum haline getirmektir. 

MİLLİYETÇİLİK - CUMHURİYETÇİLİK

1.   (Memleketin kurtuluşu için) Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! 

2.   Ey Türk gençliği! Birinci vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

3.   Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün ulusal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle milli egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz. 

4.   Kuvvet birdir; oda milletindir.

MİLLİYETÇİLİK – İNKILÂPÇILIK

1.   Görülüyor ki her vasıtadan yalnız ve ancak bir tek temel görüşe dayanarak yararlanırız. O görüş şudur: Türk milletini medeni dünyada, layık olduğu mevkiye yükseltmek, Türkiye Cumhuriyetini sarsılmaz temeller üzerinde her gün daha çok güçlendirmek ve bunun için de istibdat fikrini öldürmek. www.sosyalbilge.com

2.   Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. 

MİLLİYETÇİLİK- HALKÇILIK

1.   Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.

MİLLİYETÇİLİK VE İNSANLIK SEVGİSİ

1.   Okul genç beyinlere insanlığa saygıyı, millet ve ülkeye sevgiyi, bağımsızlık onurunu öğretir.

MİLLİYETÇİLİK – AKILCILIK VE BİLİMSELLİK

1.   Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk Milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyat bütün güzellikleriyle gelişir.

HALKÇILIK – İNSAN VE İNSANLIK İLKESİ

1.   Yurtta sulh, cihanda sulh.

ÇAĞDAŞLAŞMA

1.   Milletimizin amacı milletimizin ideali tam manasıyla medeni bir toplum olmaktır.

2.   Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak, yaşamak için şarttır. Bu yol üzerinde duranlar veya bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliğinde ve gafletinde bulunanlar, medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.

3.   Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.

4.   Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet boşunadır. Ve o, gafil ve itaatsizler hakkında çok amansızdır. www.sosyalbilge.com

5.   Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesli yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir.

6.   Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derece istifade etmek zorunludur.

İNSAN VE İNSANLIK SEVGİSİ

1.   Biz kimsenin düşmanı değiliz, yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.

Selanik, Manastır, İstanbul ve Sofya; Mustafa Kemal’in kişiliğinin oluştuğu, düşünce sisteminin oturduğu ve yaşamının büyük bölümünü geçirdiği, onun hayatındaki dört önemli şehirdir.

SELANİK

Mustafa Kemal'in doğduğu ve ilkokul ile ortaokul yıllarının geçtiği Selanik siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan çevre ül­kelerden çok fazla etkilenen bir bölge idi. Bü­yük devletlerin yayılma ve nüfuz alanlarının en çok etkilediği Selanik şehri aynı zamanda Balkan milletlerinin Osmanlı'ya karşı ayak­lanmalarına da merkezlik yapmıştır.

Mustafa Kemal 1907 askeri görevle geldiği Selanik’te burada faaliyet halinde bulunana İttihat ve Terakki Cemiyetine katıldı. İttihat ve Terakki Cemiyetinin çalışmaları sonucunda II.Meşrutiyet ilan edildi.(1908) Bir müddet sonra Mustafa Kemal ordunun siyasetten ayrılması gerektiğini düşündüğünden ve İttihat ve Terakki ile olan fikir uyuşmazlıkları sebebiyle cemiyetten ayrıldı.

Bu güzel şehir Mustafa Kemal’in yenilikçi olması,farklı yaşam tarzlarını öğrenmesi,kendini geliştirmesi ve değişik kültürleri tanımasında etkili olmuştur.

 

MANASTIR

Bugün Bitola adıyla bilinen Manastır Mustafa Kemal'in fikir hayatının oluşma­sında büyük etkiye sahiptir.

Mustafa Kemal Askeri idadide öğrenim görmek üzere geldiği Manastır’da vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal,Türkçülüğü savunan Mehmet Emin Yurdakul ile tanıştı.

Mustafa Kemal’in tarih bilincinin gelişmesinde öğretmeni Mehmet Tevfik Bey’in rolü büyüktür.

Burada bazı Fransız düşünürlerinin eserleriyle tanıştı.

1897 Türk-Yunan Savaşı-savaşta başarılı olunmasına rağmen barış masasında istenilenin alınamaması-Mustafa Kemal’i derinden etkiledi.

Mustafa Kemal ATATÜRK manastır’da tarihe ilgi duymuş. Milliyetçilik ve Vatanseverlik duyguları pekişmiştir.Fikri altyapısı burada oluşmuş ülke sorunlarına ilgi duymuştur.

 

İSTANBUL

Mustafa Kemal’in başkente ilk gelişi eğitim amaçlıdır.Daha sonraki yıllarda görevi gereği burada ikamet etmiştir. Mustafa Kemal, İstanbul devletin başkenti olduğu için devletin içinde meydana gelen her türlü gelişmeyi,ayrıca Avrupa'daki gelişmeleri de yakından takip edebilmiştir.

İstanbul o dönemlerde Osmanlı’nın başkentiydi ve sosyal ekonomik ve siyasi açıdan önemli bir yere sahipti.

Harp okulu ve akademisinde arkadaşlarıyla birlikte gazeteler çıkarmış konferanslar düzenlemişlerdir.

Burada okuduğu eserler sayesinde akıl ve bilimi esas alan gerçekçi bir fikir yapısı ortaya çıktı.

Arkadaşlarıyla dergi ve gazete çıkartıp konferanslara katılması LİDERLİK özelliklerinin geliştiğini gösterir

SOFYA

Mustafa Kemal, 27 Ekim 1913'te Sofya As­keri Ateşeliği'ne atanmıştır. Bir yıldan fazla süren bu görevi sırasında Atatürk, Balkan­ların ekonomik, politik ve sosyal ortamında bütün azınlıkları, dış güçleri, bunların emellerini ve çeşitli dinleri tanımış; bu büyük karışıklık ortamında kendini yetiştirmişti.

Mustafa Kemal ASKERİ ATEŞE olarak görevlendirildiği bu şehirde ilk kez Avrupa şehirlerindeki toplum hayatının inceliklerini öğrenme fırsatı buldu.

Buradaki diplomatlarla bol bol sohbet etti fikir hayatı gelişti.Özellikle buradaki Türklerin yaşadığı yerleri ziyaret etti.Burada düzenlenen bir baloya Yeniçeri kıyafeti ile katıldı.

Düzenlenen baloya Yeniçeri kıyafetiyle katılması Mustafa Kemal’in tarih ve kültürüne olan bağlılığını gösterir.

ÇANAKKALE KARA SAVAŞLARI
(25 Nisan - 20 Aralık 1915)

 Deniz yoluyla boğazı fethedemeyeceğini anlayan ittifak devletleri  25 Nisan ve 6 Ağustos 1915 tarihleri arasında Gelibolu Yarımadası’ na çıkartma yapmış olup, çıkarma şöyle özetlenebilir: Asıl Kuvvetler Gelibolu Yarımadası’nın güney ucuna iki ayrı noktadan çıkacak ve boğazları kontrol eden tepeleri alacak, bunu başarmak için, iki tümenden oluşan bir Anzak (Avustralya ve Yeni Zellanda) Kolordusu Kabatepe bölgesine çıkacak, iki İngiliz ve Bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayından oluşan kuvvet, Seddülbahir bölgesini ele geçirecektir. Aynı anda bir aldatmaca olarak, boğazın güneyinde Kumkale bölgesinde ikinci bir çıkarma yapılacak ve bazı donanma birlikleri orada da çıkarma izlenimi vermek üzere Saroz Körfezi’ne doğru seyredecektir. Fakat, kahraman Türk askerinin hayatını hiçe sayarak kahramanca dövüşmesi Türk komutanlarının bilhassa Mustafa KEMAL’ in üstün sevk ve idareleri sonucunda düşman başarısızlığa uğrayarak savaş, siper savaşı halini almıştır. Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapan düşman kuvvetlerini meydana getiren askerlerin milliyetleri son derece enteresandır. İngiliz ve Fransızlar’ ın yanı sıra, bizimle hiç ilgisi olmayan Cezayir Berberileri’ni Senagal Zencilerini, Avustralyalı, Kanadalı, Yeni Zellandalı ve Hintliler’i üzerimize salmışlardır.

Mehmet Akif;
“Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi,mahşer mi, hakikat mahşer
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk,
Sade bir hadise var ortada; vahşetler denk
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela”diyerek bunu ne güzel dile getirmiştir. 

Evet, düşman yalnız birkaç devletten ibaret olmayıp, sanki karşımızda bütün dünya vardı. Düşman donanması, II. Dünya Savaşı’na kadar, dünyanın gördüğü en büyük ve en modern donanmasıydı. Hal böyle iken kazanılan zaferin değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu savaş, yenilmez sayılanların mağlubiyetidir. Çanakkale’ de tarihin kaydettiği en büyük ve en kanlı savunma savaşları verilmiştir. Bu savaşlar Mustafa KEMAL gibi bir askeri dehanın Türk ve dünya kamuoyu tarafından tanınmasının sağlanması açısından son derece önem taşımaktadır. Düşman durmadan saldırmaktadır.  Anafartalar ve Arıburnu cephelerinde emir komuta karmaşası vardır. Bu durum çok tehlikelidir. Yarbay Mustafa KEMAL, Ordu Komutanı Alman General Liman Von SANDERS’ e bütün mevcut kuvvetlerin emrine verilmesinin ve bundan başka çare kalmadığını bildirmiş, Alman General “ Çok gelmez mi ? “ diye sorduğunda Mustafa Kemal  “ Az bile gelir “ diye cevap vermiştir...

Mustafa'nın Selanik 'te Okuduğu Okullar

Mustafa okul çağına gelince anne ile baba arasında görüş ayrılığı belirdi. Geleneklere bağlı olan annesi onun geleneksel ve dini eğitim veren  mahalle mektebine gitmesini istiyordu. Aydın görüşlü olduğu anlaşılan babası ise onun yeni açılan ve modern eğitim yapan Şemsi Efendi İlkokulunda eğitim görmesini arzu ediyordu. Neticede baba olayı güzel bir şekilde çözümledi.

Mahalle Mektebi

Mustafa Kemal, annesinin ısrarı sonucu ilk olarak Mahalle Mektebine başlamıştır. Geleneksel eğitim anlayışına sahip olan okulda okuma yazma  ile dört işlem öğretilir ve temel dini bilgiler verilirdi.Bu okullara " Sübyan Mektebi " de deniyordu. Mustafa bu okulda birkaç gün eğitim aldıktan sonra Ali Rıza Efendi  tarafından daha modern eğitim veren Şemsi Efendi İlkokulu'na verildi (1887)

Mahalle mektepleri, Osmanlı Devleti’nde eğitimin ilk basamağıdır. Bunlara sübyan mektebi de denirdi. Her mahallede her cami yanında Sübyan Mektebi bulunurdu. Günümüzdeki ilkokulların benzeri olan sübyan mektepleri,medreselere başlangıcı oluştururdu. Bu okullara 5-6 yaşına gelen çocuklar alınırdı. Bu okulda eğitim verenler özel eğitim görmüş öğretmenler değildi. okuma-yazma bilen ve bu işe uygun olduğu kabul edilen herkes bu okullara öğretmen olabilirdi. Sübyan mekteplerinin belirli bir sınıfı ve süresi yoktu. Her çocuk verilmek istenilen bilgileri öğreninceye kadar okula devam edebilirdi. Bu okullarda alfabe yazı,okuma,dört işlem ve dini bilgiler öğretilirdi.

Şemsi Efendi İlkokulu

Mustafa Mahalle Mektebi'nde bir kaç gün eğitim aldıktan sonra modern eğitim anlayışına sahip olan Şemsi Efendi'nin açmış olduğu özel okula devam etmiştir. (1887)

Bu okulda Mahalle Mekteplerinin aksine bu okulda yeni öğretim metodları uygulanmakta, kara tahta, tebeşir, silgi, öğretmen masası, okumayı kolaylaştıracak levhalar kullanılmaktaydı. Modern öğretim yapan bu okulun Mustafa‟nın fikrî gelişmesinde olumlu etkiler yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu arada Ali Rıza Efendi gümrük memurluğunu bırakmış önce kereste sonra tuz ticareti işine girmiştir. Birincisini Rum eşkiyalar, ikincisini de tuzların erimesi dolayısıyla bırakmış ve ticarî hayattan çekilmiştir. Tekrar memuriyete giremeyen Ali Rıza Efendi hastalanmış ve vefat etmiştir. Mustafa babasının ölümü üzerine okuldan ayrılmak zorunda kaldı.Maddî durumu yetersiz olan Zübeyde Hanım Lankaza‟da tarımla meşgul ağabeyi Hüseyin Ağa‟nın yanına gitti (1890 dolaylarında). Çiftlik hayatı Mustafa‟nın fizikçe gelişmesi ve el becerilerinin artması bakımından faydalı oldu. Ancak Zübeyde Hanım oğlunun öğreniminin yarım kalmasından üzüntülüydü. Mustafa‟yı caminin imamı  ve son olarak da özel öğretmenle eğitmek gayretleri sonuçsuz kaldı. Sonunda anne oğlunun iyi bir eğitim görmesini sağlamak için onu Selânik‟e halasının yanına gönderdi.Altı ay kadar süren çiftlik yaşamından sonra Selanik’e gelen Mustafa, Mülkiye Rüştiyesine (ortaokulu) başlamıştır.

Selanik Mülkiye Rüştiyesi (1893)

Mustafa Selânik Mülkiye Rüştiyesi‟nde (ortaokul) öğrenime başladı. Ancak burada öğrenciler arasındaki bir kavga dolayısıyla öğretmenlerinden birinin sert muamelesi üzerine okulu terketti .Gönlü öteden beri zaten askerî okuldaydı. Ancak annesi biricik oğlunun asker olup aile ocağından ayrılmasını istemiyordu. Mustafa annesine haber vermeden Selânik Askeri Rüştiyesi‟nin sınavlarına girdi. Sınavı kazandı. Annesini ikna etmesi zor olmadı. Artık önünde sadece kendisinin değil mensup olduğu ulusun kaderini değiştirecek yeni bir ufuk açılmıştı.

Selanik Askeri Rüştiyesi (1894-1896)

Çocukluğundan itibaren askerliğe büyük bir ilgi duyan Mustafa, asker olmak istiyordu. Hatıralarında kendisinin anlattıklarına göre, üniformalı olarak Askerî Rüştiyeye giden komşularından Kadri Bey'in oğlu Ahmet ve sokaklarda gördüğü üniformalı subaylar onun askerlikle ilgili heveslerini kamçılamıştır. Nihayet asker olmasını istemeyen annesine haber vermeden Selanik Askerî Rüştiyesinin sınavlarına girerek başarılı olmuştur. Daha önceden dört yıl olarak eğitim yapan askerî rüştiyelerin o yıl birinci sınıflarının lâğvedilerek üç yıla indirilmesi üzerine Mustafa, Nisan 1894’te Selanik Askerî Rüştiyesinin ikinci sınıfından öğrenimine başlamıştır.

Bu dönemde sivil ortaokullar çekiciliği az olan okullardı. Askerî rüştiyeler ise Türkçeye daha çok önem vermekte, yabancı dile iki yıl erken başlamaktaydılar. Fransızca, ders olarak okutulmaktaydı. Bu okullarda spor salonları da bulunmaktaydı. Sivil rüştiyeler ise bu imkânlara sahip değildi. Yine askerî rüştiyelerde öğrenciler, yetenekleri ve durumlarına göre yükselebiliyorlardı. Tüm bunların yanı sıra bu okulları bitirenler, orduya girdiklerinde, geniş Osmanlı İmparatorluğu’nun uzak köşelerindeki insanların yaşayışlarını görüp öğrenme fırsatını bulabiliyorlardı. Bu sivil okul mezunlarının kolay kolay elde edemedikleri bir başka imkândı.

Selanik Askerî Rüştiyesi, Mithat Paşa Caddesi’nde, yeni ve oldukça güzel bir binaya sahip bulunan, düzenli ve disiplinli bir okuldu. Dersleri ihtisas esasına göre okutan ve çoğunluğunu subaylar teşkil eden bir öğretim ve yönetim kadrosuna sahipti. İlk gençlik çağındaki iki yüz civarında üniformalı subay adayı, tam bir disiplin içinde ortaöğrenimle birlikte ilk askerlik eğitimlerini de burada görmekte idiler. Mustafa, çok kısa sürede öğretmenlerin ve komutanlarının dikkatlerini çeken seçkin bir öğrenci olarak kendisini çevresine tanıttı. Kendi hatıralarında anlattığına göre Mustafa, Rüştiyede matematik dersine merak sarmış; bu derste sınıfın “müzakerecileri” arasına girmişti. Çok sevdiği bu dersin öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey (Harp Okulu 1297/1882 yılı mezunlarından), onun yetenek, yaratıcılık ve olgunluğunu teşhis ederek, ona “Kemal” adını vermiştir. Böylece, yarınınATATÜRK’ü, Mustafa Kemal olarak tarihe mal oluyordu. Mustafa Kemal, 1895 yılı sonu veya 1896 yılı Ocak ayında, on beş yaşında, Askerî Rüştiyenin kırk (veya kırk üç) kişilik olan son sınıfını, derslerden geçme tam notu olan 45 alarak (43 aldığı biri hariç) dördüncü bitirmiştir.

 
 
 
 
 

Manastır Askeri İdadisi (1896-1898)

Mustafa Kemal, Askerî Rüştiyeyi bitirirken idadî (lise) eğitimine İstanbul’da Kuleli Askerî Lisesinde devam etmek istemiştir. Fakat, vatansever bir kurmay subay olan Hasan Bey, onu bu kararından vazgeçirmiştir. Hasan Bey, birçok defa Rüştiyeye mümeyyiz olarak gelen ve sınavlarda Mustafa Kemal’i tanıyıp seven bir komutanı idi. Hasan Bey, o günlerde bir münasebetle genç öğrencisine, lise eğitimine nerede devam edeceğini sormuş ve niyetinin İstanbul’a gitmek olduğunu anlayınca da şu tavsiyede bulunmuştur: “Bundan vazgeçiniz oğlum. Manastır'a gidiniz, orada daha iyi yetişirsiniz.” Mustafa Kemal, Hasan Bey'in bu tavsiyesini dinleyerek Manastır Askerî İdadîsine gitmiştir.

1896 yılı Mart ayının ortalarına kadar Selanik’te tatilini geçiren Mustafa Kemal, tatil bitiminde Selanik’ten trenle Manastır’a yolcu edilmiştir. İdadîde yatılı ve daha üstün dereceli bir okulun hayat ve öğretim şartlarına kısa sürede intibak eden genç Mustafa Kemal için artık ömrünün sonuna kadar sürecek olan aile yuvası dışındaki hayat başlamıştır. Bundan sonra ev yaşantısı sadece izin ve tatillerde kısa süreli olabilecektir. Askerlik mesleğinin meşakkatli ve zorlu özelliklerinden de kaynaklanan bu durum, biraz da onun “bağımsız yaşama” karakterine uygun düşmüştür.

Manastır Askerî İdadîsindeki sınıf arkadaşları arasında Üsküp, İşkodra, Yanya ve Manastır Askerî Rüştiyelerinden gelen öğrenciler bulunmaktadır. Bu ortam içinde çeşitli karakter, mizaç ve seviyede genç insanlarla tanışmak, anlaşmak ve onlara kendini kabul ettirmek hususunda Mustafa Kemal’in üstün vasıflarının burada da büyük bir rol oynadığı şüphesizdir.

Manastır Askerî İdadîsinde Mustafa Kemal, matematikte çok başarılı olmuş, Fransızca da ise istediği seviyeye gelememiştir. Kendi hatıralarında bunu şöyle anlatmıştır: “Askerî Rüştiyeyi ikmal ettiğim zaman, merakım epeyce ileri gitmişti. Manastır Askerî İdadîsinde riyaziye (matematik) pek kolay geldi. Bununla meşgul olmaya devam ettim. Fakat Fransızcada geri idim. Muallim benimle çok meşgul olmuyor, acı ihtarlarda bulunuyordu.”

Burada Mustafa Kemal’i en çok etkileyen arkadaşlarından biri olan Ömer Naci, ona edebiyat ve şiir merakı aşılamıştır. Sonradan İttihat ve Terakki Partisinin hatibi olacak olan ve genç yaşta Birinci Dünya Harbi sırasında hayatını kaybeden Ömer Naci, Bursa Askerî İdadîsinden kovularak, Manastır İdadîsine yollanmıştı. Mustafa Kemal hatıralarında şunları anlatmıştır: “O zamana kadar edebiyatla çok temasım yoktu. Merhum Ömer Naci, Bursa İdadîsinden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşın, kitaplarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Onun ilgilendiği konunun şiir ve edebiyat olduğuna o zaman muttali oldum. Onunla çalışmaya başladım. Şiir bana cazip göründü. Fakat kitabet hocası diye yeni gelen bir zat beni şiirle iştigalden men etti. ‘Bu tarz iştigal seni askerlikten uzaklaştırır.’ dedi. Ne var ki güzel yazmak hevesi ben de baki kaldı.” Bu ikazı yapan Kitabet Öğretmeni Alay Emini Mehmet Asım Efendi'dir. Aynı olayı Mustafa Kemal, daha sonraları Ali Fuat Paşa'ya şöyle anlatır: “Eğer kitabet hocamız imdadıma yetişmeseydi, ben de şair olup çıkacaktım. Çünkü hevesim vardı. Asım Efendi bir gün beni çağırdı: ‘Bak oğlum Mustafa dedi, şiiri filan bırak. Bu iş senin iyi asker olmana mani olur. Diğer hocalarınla da konuştum. Onlar da benim gibi düşünüyorlar. Sen Naci’ye bakma, o hayalperest bir çocuk. İleride belki iyi bir şair ve hatip olabilir fakat askerlik mesleğinde katiyen yükselemez.’ Hocamın ne kadar haklı olduğunu hadiseler ispat etti. Çok arzu ettiği hâlde Naci, Erkânıharp (kurmay) zabiti olamadı.”

Bu ikaz ve yönlendirmeninATATÜRK’ün hayatını ve kaderini doğrudan etkilediğine şüphe yoktur. Fakat, Ömer Naci’nin de Mustafa Kemal’in fikri alt yapısının oluşmasında diğer faktörlerle birlikte önemli bir rol oynadığı da kesindir. Nitekim, genç Mustafa Kemal’in dönemin vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal ile Türkçü şairi Mehmet Emin Yurdakul’un şiirleri ile tanışmasında Ömer Naci’nin etkili olduğu bilinmektedir. İdadîde, Namık Kemal’i tanımak, duymak, onun gizlice elden ele dolaşan vatan şiirlerini bulmak, okumak işini Hatip Ömer Naci sağlamıştır.ATATÜRK, sonradan 14 Eylül 1931’de yaptığı bir konuşmada Mehmet Emin Yurdakul ile ilgili şunları söylemiştir: “...Şair Mehmet Emin Yurdakul’un ilk kez Manastır Askerî İdadîsinde öğrenciyken okuduğum ‘Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.’ dizeleriyle başlayan manzumesinde bana ulusal benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum...”

Tarih öğretmeni Mehmet Tevfik (Bilge) Bey'in de etkisiyle,  Fransız İhtilali'nin temel ilkelerinden biri olan hürriyet kavramı ile de burada tanışmıştır. Topçu Kolağası Mehmet Tevfik Bey, o dönemin tarihçilik anlayışından uzak, Türk tarihini bütün genişliği ve derinliği ile kavramış ve öğrencilerine dersini sevdirerek, esaslı tarih bilinci ve kültürü veren bir öğretmendi. Ali Fuat Cebesoy’un, “Değerli ve milliyetçi bir Türk subayıydı. Türk tarihini iyi biliyor ve öğrencilerine tarih zevkini veriyordu.ATATÜRK, Türk tarihini bütün genişliği ve derinliği ile kavramış bulunan hocasından daima saygı ile söz etmiştir. Bir gün bana ‘Tevfik Bey'e minnet borcum vardır. Bana yeni bir ufuk açtı.’ demiştir.” şeklinde tanıttığı Kolağası Mehmet Tevfik Bey (1865-1945)ATATÜRK’ün derin tarih bilgisi ve bilincinin oluşmasında önemli katkısı olmuştur.

Manastır İdadîsinin ikinci sınıfına geçen Mustafa Kemal, 1897 yılının ilk günlerinde sıla iznini geçirmek üzere trenle Selanik’e dönmüştür. Mart'ın ilk günlerine kadar devam edecek izinden faydalanarak Fransızcasını kuvvetlendirmeyi düşünmüş ve 1888’de kurulmuş olan Tophane semtindeki “College Des Freres De Salle”in (Frerler Okulu) özel kurlarına kaydını yaptırarak dersleri düzenli olarak takip etmiştir. Birinci sınıfta kendisini ikaz eden Fransızca öğretmeninin acı ihtarlarına yeniden muhatap olmak istememiştir. Kendi hatıralarında, “iki, üç ay gizlice Frerler Mektebinin hususi sınıfına devam ettim. Böylece mektep derslerine nispetle fazla derecede Fransızca öğrendim.” demiştir. Bu özel derslerde Mustafa Kemal’in öğretmenlerinden biri Frere Rodriquez (1849-1941)’dir. Öğretmeninin anlatımına göre, Mustafa Kemal gayet ciddi, zeki ve çalışkan, elinde daima kitap bulunan bir gençtir. Mustafa Kemal, subay olduktan sonra da zaman zaman kendisinden ders almaya gelmiştir. Mustafa Kemal, gerçekten İdadîden başlayarak gençlik yıllarında Fransızca öğrenmeye büyük önem vermiştir. O, “Bir kurmay subay, mutlaka yabancı dil bilmelidir, bunun aksini düşünmek büyük hatadır.” demiştir.

Manastır Askerî İdadîsinde Mustafa Kemal’in ilk seneye ait öğrencilik hayatı hakkında resmî bir belgeye sahip değiliz. Fakat 1897 Aralık ayında ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçerken yalnız, kitabet ve Fransızcadan 45 üzerinden birer not eksiği ile 44 aldığını ve 52 mevcutlu sınıfı üçüncü olarak bitirdiğini biliyoruz. Bu seneki durumunu Mustafa Kemal sonradan şöyle anlatmıştır: “İdadide iken muannidane (inatla) bir surette çalışıyordum. Sınıfta birinci, ikinci olmak için hepimizde şiddetli bir gayret vardı.”

Bu çalışmanın ve başarılı bir askerî lise eğitiminin ardından Mustafa Kemal, Aralık 1898’in ilk yarısında son bulan sınavların sonucunda her dersten tam not (45 ve 20) alarak 54 mevcutlu üçüncü sınıfı ikinci olarak bitirip diplomasını almıştır. Aslında not defteri incelendiğinde görülmektedir ki sınıfın iki birincisi vardır. Listede birinci gösterilen Selanikli Ahmet Tevfik Efendi ile ikinci sırada yer alan Mustafa Kemal’in notları aynıdır. Her ikisi de “beher dersin tam numarası” olan 420 toplam not ile mezun olmuşlardır.

İstanbul Harp Okulu (Kara Harp Okulu ) 1899-1902

1898 yılı Aralık ayının ortalarından, 1899 yılının Mart ayı ortalarına kadar Selanik’te tatilini geçiren Mustafa Kemal, İstanbul Pangaltı’daki Harbiye Mektebinde yüksek öğrenimine devam etmek için Selanik’ten vapura binmiş ve İstanbul’a, payitahta hareket etmiştir. Birikimi ile yeni bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı Harp Okuluna girişi (duhulü) 1 Mart 1315/13 Mart 1899, apolet numarası 1283’tür. Harbiyeli Mustafa Kemal, buradaki “1315 Duhullülere Mahsus Künye Defteri”ne “Selanik’te Koca Kasım Paşa Mahallesi Gümrük memurlarından Müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96” olarak, 1282 Selanikli Ahmet Tevfik Efendi (96) ile 1284 Manastırlı Recep Fahri Efendi (95) arasına kaydedilmiştir.

Mustafa Kemal’in Harbiyedeki arkadaşları öncelikle Manastır İdadisinden gelenler olmuştur. Bunların arasında, Ahmet Tevfik ilk sırayı almaktadır. Çocukluk arkadaşı, Rüştiye ve İdadide de birlikte okuduğu Mustafa Nuri (Conker), Lütfi Müfit (Özdeş), Ali Fuat (Cebesoy), Arif (Ayıcı), Hayri (Tırnovacık), Kâzım (Karabekir), Ömer Naci, İsmail Hakkı (Pars), Kâzım (İnanç), Kâzım (Özalp), Ali Fethi (Okyar), onu takip eden arkadaşlarıydı. Bunların bazıları kendi devresi, bazıları da kendisinden önce veya sonraki devrenin öğrencileri idi.

Mustafa Kemal Harbiyede öğretime başladığı sırada, okul komutanı 24 yıl (1884-1908) bu kutsal yuvaya komutanlık yapmış olan Mustafa Zeki Paşa; öğretim başkanı, o zamanki ismi ile “ders nazırı”, daha sonra Çanakkale’de kendisine kolordu komutanlığı yapacak olan Esat Paşa idi.

Mustafa Kemal’in Harp Okulundaki öğretmenleri arasında, onun kişiliğini etkileyen ve onu hayata hazırlayan çok değerli öğretmenleri olduğunu görüyoruz. Bunlar arasında sonradan İstanbul Üniversitesi'nde profesör olan, Türk Tarih Kurumu kurucu üyesi ve milletvekili olan Fransızca öğretmeni Necip Asım (Yazıksız) Bey (1861-1935), Talim Öğretmeni Rahmi Paşa ve onun maiyetindeki Binbaşı Fazıl Bey, sonra korgeneral ve milletvekili olan Yüzbaşı Naci (İldeniz) Bey ve Teğmen Osman Efendi bulunuyordu.

Ali Fuat Cebesoy öğretmenleri hakkında şunları anlatmıştır: “Hocalarımızdan memnunduk. Talim öğretmenlerimizin başında öğrenimini Almanya'da yapmış olan Rahmi Paşa bulunuyordu. Maiyetinde Birinci Dünya Savaşı'nda ölen, hünkâr yaverlerinden Binbaşı Fazıl Bey, Yüzbaşı Naci (Rahmetli Korgeneral ve Milletvekili Naci Eldeniz) ve Teğmen Erzurumlu Osman Efendi vardı. Osman Efendi talim yaptırırken: “Birinci mangadan sağdan itibaren beş kişi kop da gel!” diye bizleri çağırırdı. Bundan dolayı kendisine Kopdagel adını vermiştik. Daha sonra bu lakabı kendisi de beğenmiş olacak ki soyadı olarak almıştır.

“Mustafa Kemal en ziyade Yüzbaşı Naci Bey'i sayar ve severdi. Hatırımda yanlış kalmadıysa Manastır'dan tanışıyorlardı. Bu saygı ölünceye kadar devam etti. Çok yıllar önce Naci Paşa kolordu kumandanıyken bir münasebetleATATÜRK’ü ziyaret etmişti. Ben de oradaydım. Kendisine çok itibar etti. ‘Buyurunuz hocam.’ diye yer gösterdi ve sonra bana döndü: ‘Naci Paşa Hazretlerinin’ dedi, ‘İkimizin üzerinde de emeği vardır.’ Ben, okula geldikten on beş gün kadar sonra ders nazırlığına Yanyalı Esat Paşa atandı. O zaman rütbesi albaydı. Taşkentli Mehmet Kaçın'ın sülalesinden olan Esat Paşa vatanperver ve bilgili bir askerdi. Harp Okulunda ve Harp Akademisinde birçok ıslahat yapmıştır. Bu kişi Balkan Savaşı'nda Yanya Savunması'nda benim kumandanımdı. Onun kolordusunun kurmay başkanlığını yaptım, yine onun emri altında 23 ncü Tümen Kumandan Vekili olarak Pasita ve Pizani mevkilerini müdafaa ettim. Yaralandığım zaman çok üzülmüştü.”

“Esat Paşa, Çanakkale Savaşları’ndaATATÜRK’e de kumandanlık etmiştir.ATATÜRK'ün meşhur 19'uncu Tümeni Esat Paşa'nın kumandasındaki 3'üncü Kolordunun kuruluşu içindeydi.”

Mustafa Kemal Harp Okulu 1'inci sınıfında, 635 mevcutlu piyade sınıfında bütün derslerden 484 not almış ve 9'uncu olarak ikinci sınıfa geçmiştir. 2'nci sınıfta 420 arkadaşı arasında toplam 522 not alarak ve 11'inci olarak üçüncü sınıfa geçmiştir. 3'üncü sınıfta ise 459 arkadaşı arasında üç yıllık notlarının toplamı üzerinden Harp Okulunu 8'inci olarak bitirmiştir.

Okul arkadaşlarının anlattıklarından Harbiyeli Mustafa Kemal’in, bu dönemde hem Fransızcasını geliştirdiği hem de memleket meseleleri üzerindeki düşüncelerinin daha da olgunlaştığı görülmektedir. Onun nasıl bir öğrenci olduğunu ve ileriye dönük hangi düşüncelere sahip olduğunu göstermek için harbiye öğrenciliği ile ilgili bazı anıları buraya aynen alıyoruz.

En samimî arkadaşlarından Lütfi Müfit (Özdeş)’e göre Harbiyeli Mustafa Kemal:

“Daha o zaman mektepte iken şuursuz, düşüncesiz kötü bir idareye karşı vicdan ve ruhundan fışkıran inkılapçı düşünceleri bilhassa kayda şayandır. Her okuduğu ders, her mütalaa ettiği ilim ve fenni dikkatle tahlil ederek neticeyi alırdı. Bütün talebe arkadaşlarının ders müşküllerini makul ve mukni cevaplarla izah ederdi. Erkânıharbiyede mesleğe ait ihtisas derslerinde en iyi notu Büyük Şef almıştır.” Lütfü Müfit Bey, Gazi Hazretlerinin istibdat devrinde mektepteki hatıralarını anlatırken onun gazete çıkararak talebe arkadaşlarını tenvir ettiğini kaydetmiş ve şöyle devam etmişti:

“Büyük Şef, şuursuz idareden o derece ıstırap duymuştu ki daha mektepte iken o zamanki idareye karşı arkadaşları ile hasbıhâller, tenkitlere başlamış ve hatta büyük tehlikelere rağmen haftada bir iki defa gizli olarak gazete bile çıkarmışlardır.

Daha o zaman evlâdı bulunduğu asil Türk milletine ileride ne büyük hizmetler yapmaya namzet olduğunu pek güzel anlatıyordu. Onun her hâline olduğu gibi dürüst düşüncelerine meftun olan ve candan inanan arkadaşları o büyük adamın etrafına toplanmışlardı.”

Hayri Paşa (Tırnovacık), Gazeteci Naci Sadullah’a anlatmıştır: “…Gazi Hazretleri sınıfın en zeki talebesiydi. Hâllerinden, yaşlarından umulmayan bir olgunluk vardı. Çok kuvvetli bir ikna kabiliyetine sahipti; herhangi kavgaya tek defa olsun karıştığını hatırlamıyorum.”

“Mekteplerde, intikal kabiliyetinin ve zekâlarının kıtlığını, zorlamalarla telafiye çalışan bedbaht talebeler vardır. Bu zorlamalardan müstağni olan Gazi Hazretlerinin kitaplar üzerinde mütemadiyen kafa patlatan ezberciler gibi de çalıştığını hatırlamıyorum. Bilhassa merak ettikleri derslerle fazla meşgul olurlardı. Riyaziye (matematik) ve edebiyata karşı fazla düşkünlüğü vardı. En çok okudukları Tevfik Fikret’in bilhassa 'Sis' manzumesini beğenirlerdi. Namık Kemal’i, Abdülhak Hamit’i okumaktan da zevk duyarlardı.

En fazla meşgul oldukları şeylerden biri de zamanın felsefesi ve fikrî cereyanları idi. Toplumun henüz halledilmemiş davalarıyla dimağlarını meşgul ederlerdi.”

“Sınıftaki durumu, davranışları nasıldı?”

“Gazi Hazretleri, sınıfımızın en yakışıklı, en şık, en temiz giyinen talebesiydi. Kendisi, muasır hayatın İstanbul’dan evvel yer bulduğu Selanik’te bulundukları için cemiyetin ince muaşeret kaidelerine hepimizden fazla vakıftı."

“Sınıfta en fazla kimlerle konuşurlardı paşam?”

“Manastır İdadisinden kendileriyle beraber gelen Tevfik Bey'le, ki bu kıymetli arkadaşı mektepten mezun olduğu zaman kaybettik.

Sonra şimdi Kırşehir mebusu bulunan Müfit Bey de samimî dostlarındandı…”

Harp Okulunda Mustafa Kemal’den bir devre önce olan  (1900-Piyade-2) fakat, okulu bitirdiğinde bir sene tebdili hava raporu alarak memleketine giden ve Harp Akademisine bir yıl sonra başlayan Asım Gündüz, orada Mustafa Kemal ile birlikte aynı sınıfları okumuştur. Anılarında Harbiyeli Mustafa Kemal’i şöyle anlatmaktadır:

“Gerek Harbiyede, gerek Harp Akademisinde bir şey dikkatimi çekmişti. Doğu illerinden ve Anadolu'dan gelen arkadaşlar, İstanbullular gibi, yalnız dersleriyle meşguldüler. Sadece Manastır İdadisinden gelen arkadaşlarımız daha çok uyanık, daha çok Batı'ya dönüktüler. Onlar derslerinin dışında memleketin meselelerini de tartışıyorlar, bu konularda fikirler ileri sürüyorlardı. Mustafa Kemal de bunlardandı.”

“Beni, Mustafa Kemal'le ilk tanıştıran eski arkadaşım Fethi Bey (Okyar) olmuştu. Mustafa Kemal, çok güzel giyinir, çok güzel konuşur, kimseyi kırmaz, terbiyeli bir çocuktu. Doğup büyüdüğü Selanik'in Batı'yla daha çok bağlantılı bulunması sebebiyle olacak, dikkati çeken fikirleri vardı. Etrafına topladığı arkadaşlarla cesaretle konuşuyor, onları güzel konuşmasıyla kısa zamanda tesiri altına alıyordu. Bizlerin okumadığımız birçok vatan şiirlerini sık sık tekrarlıyordu. Namık Kemal’in bütün şiirlerini bir defterde toplamıştı. Bu şiirleri kısa zamanda bütün arkadaşlar defterlerimize yazmış ve ezberlemiştik. Mustafa Kemal “Milletleri uyandıracak olan fikir adamları, devlet adamlarıdır.” diyordu. Yabancı lisana karşı büyük bir hevesi vardı. Bu maksatla, Beyoğlu’nda bir Fransız madamına pansiyoner olmuştu. Bu Fransız kadın, Fransız Sefareti kuryeleriyle, İttihatçıların Paris'te yayınladıkları gazeteleri getirtiyor ve Mustafa Kemal'e veriyordu. Fransız kadın aynı zamanda Mustafa Kemal'e Fransızca dersi veriyordu. Bizler, vatan, millet ve Türklük fikirlerini ilk defa, Harp Akademisi sıralarında ondan duymuştuk. Bizim sınıfta en iyi Fransızca bilen Ali Fuat (Cebesoy)’tı. Çünkü, Ali Fuat Fransız okulundan Harbiyeye gelmişti. Onu takiben de Mustafa Kemal iyi Fransızca bilirdi. Mustafa Kemal, Harbiyede iken her tatilde Selanik'te bir Fransız okulunun tatil kurslarına devam ederek lisanını ilerlettiğini söylerdi.”

Bütün bu anlatılanlardan anlaşılmaktadır ki, Harp Okulu eğitimi ve öğrenimi dönemi, Mustafa Kemal’in hem vatan, millet, Türklük fikirlerinin olgunlaşmasında hem de Batı'ya dönük çağdaşlaşma düşüncelerinin gelişmesinde önemli bir dönem olmuştur. Ayrıca bu fikirlerini arkadaşlarına da anlatması, okula bu fikirleri yaymak için bir gazete çıkarma girişiminde bulunması, onun daha o dönemde liderlik özelliklerinin gelişmeye başladığını da göstermektedir. O, yine bu dönemde özellikle ilk sınıfta İstanbul’un sosyal hayatı içinde kendisini bulmuş görünmektedir.

İstanbul Harp Akademisi (Mekteb-i Erkân-ı Harbiye)  1902-1905

1845 yılında padişah Birinci Abdülmecit’in fermanı ile Harp Okulu Komutanı Emin Paşa, Fuat Paşa ve Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’den oluşan Askerî Öğretim Kurulu, askerî okulların düzenlenmesine ilişkin olarak “Askerî liseler kurulacak, Harp Okulu dört sınıf olacak, Avrupa ordularında olduğu gibi kurmay subaylar yetiştirmek için sınıflar oluşturulacaktır.” kararlarını almıştır. Alınan karar gereğince Avrupa orduları sisteminde kurmay subay yetiştirmek amacıyla, “Mekteb-i Fünûn-u Harbiye-i Şâhâne Erkân-ı Harbiye Sınıfları” adıyla Harp Okulunun 3’üncü ve 4’üncü sınıfları oluşturulmuş ve 1848 yılında Harbiye’deki binada eğitim ve öğretime başlanmıştır. 

Kurmaylık, önceleri ayrı bir askerî sınıf olarak kabul edilirken, 1867 yılından itibaren piyade, süvari, topçu gibi sınıflar için kurmay subay yetiştirmek üzere programlar yeniden düzenlenmiştir.

1899'da Esat Paşa'nın Harp Okulu öğretim başkanlığına atanmasından sonra, yani Mustafa Kemal’in Harp Okulunda öğrenime başladığı sırada yeni bazı düzenlemeler yapılmıştır. O zamana kadar Harp Okulundan “Erkânıharp Sınıfları”na geçen öğrencilere “Erkânıharp” (kurmay) deniliyordu. Esat Paşa bunu değiştirmiş, “Erkânıharp namzeti” (kurmay adayı) şekline çevirmiştir. Bundan sonra Harp Akademisi öğrencileri kısaca “namzet” (aday) olarak anılmaya başlanmıştır. O zamana kadar Harp Akademisinin 15 kişiyi geçmeyen öğrenci sayısı yine Esat Paşa'nın çabalarıyla kırka kadar yükseltilmiştir. Fakat bu öğrencilerden ordunun ihtiyaç fazlası kısmına kurmaylık hakkı verilmemiş, bunlar “mümtaz” adı altında ve yüzbaşı rütbesiyle kıtalara çıkarılmışlardır.

Bu uygulamanın 1902 yılından itibaren başladığı görülmektedir. Bu yıldan itibaren Erkânıharbiye sınıflarından “çok iyi” derecede başarı sağlayanlara “kurmay”, ve “iyi” derecede bitirenlere “mümtaz” unvanı verilmeye başlanmıştır. Bu usul, 1909 yılına kadar devam etmiştir. Mümtazlar arasında kurmay ihtiyacını karşılamak üzere sonradan kurmaylıkları onananlar da olmuştur. Bu dönemde, Erkânıharp sınıfı öğrencileri, kurmay yüzbaşı olarak mezun olmuşlar ve iki yıl sonra da kıdemli yüzbaşılığa yükselmişlerdir.

Mustafa Kemal, 1902'de şimdi Askerî Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı olarak faaliyet gösteren Harbiye’deki Erkân-ı Harbiye Mektebine 1902'de başlamıştır. Mustafa Kemal Harp Akademisindeki ilk yılını 1922’de yayınlanan anılarında şöyle anlatmıştır: “Erkânıharp sınıflarına geçtik. Mutad olan derslere çok iyi çalışıyordum. Bunların fevkinde olarak bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler peyda oldu. Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık...”

Kara Harp Okulu Arşivindeki, elle yazılmış (matbu olmayan) 16 No.lu numara defterine göreATATÜRK’ün Harp Akademisinde okuduğu dersleri, notları ve buradaki ders başarısı şu şekildedir:

Mustafa Kemal, Akademi birinci sınıfta, toplam 580 olan ders notlarından 479 not almış ve başarı sırası 8 olmuştur.İkinci sınıfında ise,toplam 480 puan alarak 6’ncı sırada yer almıştır.

Mustafa Kemal kurmay yüzbaşı olarak yeminini 08 Teşrinievvel 1320 (Hicrî 11 Şaban 1322, Miladi 21 Ekim 1904) Cuma günü etmiştir. Mustafa Kemal 29 Kanunuevvel 1320 yani 11 Ocak 1905 Çarşamba günü “Erkânıharbiye yüzbaşılığı ile mektepten neşet ederek sunuf-u selasede bölük idare ve kumanda etmek üzere atik 5'inci Orduya memur buyrulmuştur.”

57'nci dönem Akademi mezunu toplam 37 kişidir. Bunların 13'ü kurmay, diğerleri de mümtaz olmuşlardır. Mevcut bilgi ve belgelere göre, Mustafa Kemal kurmay olarak Akademiyi bitiren 13 kişi arasında, 5'inci olmuştur. Dönemin birincisi Ali İhsan Sabis, ikincisi Asım Gündüz, üçüncüsü Ahmet Sedat Doğruer, dördüncüsü Ahmet Tevfik, altıncısı Mehmet Hayri Turhan, yedincisi Mustafa İzzet Yavuzer, sekizincisi Ali Seydi Uğur, dokuzuncusu Ali Fuat Cebesoy’dur. Diğer üç kurmay da sırasıyla şunlardır: Süleyman Şevket Demirhan, Kemal Ohri, M. Şevki (kurmaylığı geri alınmıştır).

 AkademideMustafa Kemal'i derinden etkileyen öğretmenleri vardı. Bu öğretmenleri: Topçu Feriki (Tümgeneral) Ahmet Muhtar (eski Osmanlı seferleri tarihi), Kurmay Binbaşı Refik Bey (Napolyon vesair savaşlar), Kurmay Yarbay Nuri Bey (tabiye), Pertev Paşa (Demirhan), (kurmay görevleriyle 1866 ve 1871 Prusya-Avusturya, Prusya-Fransa savaşları), Kurmay Albay Hasan Rıza Bey (Pertev Demirhan'dan sonra), Kurmay Albay Zeki Bey, Kurmay Yarbay Fevzi Bey idi.

Sınıf arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Kemal'in öğretmenlerinden Nuri Bey ile ilişkileri konusunda şunları anlatmaktadır: "Mustafa Kemal ve ben yeni öğretmenlerimiz içinde en çok Trabzonlu Nuri Bey'i sayıyor ve takdir ediyorduk. Nuri Bey gerçekten geniş kültürlü, çağına göre aydın düşünceli, stratejide üstat sayılan bir kurmay yarbaydı. Tabiye okutuyordu. Aradaki uzaklığı korumakla beraber öğrencilerine karşı içten ve ağabeyce davranıyordu. Yalnız ders vermekle yetinmiyor, genç kurmay adaylarının çeşitli sorularını da yanıtlamaktan zevk duyuyordu.

‘Bir erkânıharp zabiti, askerlik dışında kalan bilgilerle de donanmış olmalıdır. Yarın hepiniz birer kumandan olacak, sorumluluk yükleneceksiniz.’ diyordu.” Nuri Bey, Birinci Dünya Savaşı seferberliğinde kolordu kumandanı olmuş, fakat savaşa girmeden önce bir kaza sonucunda ölmüştür.

“Şimdi, Mustafa Kemal'in hayatında etkisi olan bir olaydan söz etmek istiyorum.

Yarbay Nuri Bey, bir gün tabiye dersinde gerilladan genişçe bir şekilde söz etti. ‘Gerilla nedir, ne değildir?’ konusu üzerinde uzun uzun durdu. Açıklamada bulundu ve bir ara: ‘Arkadaşlar,’ dedi ‘Gerilla olmak ne kadar güçse, onu bastırmak da o oranda güçtür.’

Arkadaşlar, kendisinden birkaç örnek vermesini rica ettiler. Mustafa Kemal ise konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, olayın ülkenin herhangi bir yerinde olmuş gibi açıklanmasının mümkün olup olamayacağını sordu. Onu arkadaşım Tevfik Selanik de destekledi. Bunun üzerine Nuri Bey ‘Öyle ise, Boğaz'a ait haritalarınızı açın.’ emrini verdi.

Dersten sonra Mustafa Kemal, Nuri Bey'in arkasından gitti:

‘Efendim bu söylediğiniz gerilla gerçek olabilir, değil mi?’ Nuri Bey kendine özgü olan ve her zaman kullandığı 'nev'ima' sözcüğünü de ekleyerek:

‘Olabilir,’ dedi. ‘Fakat artık bu kadarı yeterli.’

Bu olaydan Mustafa Kemal çok söz etmiştir. Sayın Profesör Afet İnan, kendisinden dinleyerek edebî bir üslûpla kaleme almıştır. Benim bu yazdıklarım, yalnızca belleğimde kalan keskin çizgilerdir.

Mustafa Kemal, bu tabiye dersinin ilk uygulama alanını Trablusgarp Savaşları'nda buldu. Bana Tobruk'tan yolladığı bir mektupta, Kurmay Yarbay Nuri Bey'in gerilla metotlarını başarıyla uyguladığını yazıyordu.”

Gerek kendisinin, gerekse arkadaşlarının anılarından öğrendiğimize göre Mustafa Kemal Akademide kültürel çalışmalara da çok önem vermiştir. Gazete çıkarma işini  Harbiyeden daha düzenli bir şekilde yürütmüş, kürsüden konferans niteliğinde konuşmalar yapmış ve bunların metinlerini arkadaşlarına dağıtmıştır.

Mustafa Kemal, 26 Haziran 1902 Perşembe günü Kuzguncuk'ta Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa'nın Kuzguncuk'taki köşkünde misafir edilmiştir. O gece orada kalmış, ertesi 27 Haziran Cuma günü köşke gelen Osman Nizami Paşa ile tanıştırılmıştır. Osman Nizami Fransızca ve Almancayı -edebiyatı dâhil- ana dili gibi bilmekte, İngilizceyi de yanlışsız konuşabilmektedir. O gün tanışıp görüşmüşlerdir. Osman Nizami Paşa, II. Abdülhamit’in baskı rejimini yumuşatacağına dair hiçbir belirti olmadığına işaret ettikten sonra şöyle demiştir:

“İstibdat idaresi, bir gün elbette yıkılacaktır. Fakat onun yerine Batılı manada bir idare gelip memleketi her bakımdan acaba kalkındıracak mıdır? Ben buna inanmıyorum."

Mustafa Kemal, Nizami Paşa'nın Abdülhamit'in adamlarından biri olabileceğinden kuşkulanmıştır. Bu olasılığa karşı yine de düşüncelerini cesaretle söylemiştir:

"Paşa Hazretleri! Garplı manadaki idareler de zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok kabiliyeti ve cevheri vardır. Fakat bir inkılap vukuunda bugün iş başında olanlar yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa o vakit buyurduğunuzu kabul etmek lazım getir. Yeni nesiller içerisinde her hususta itimada layık insanlar çıkacaktır."

Osman Nizami Paşa susmuş, olumlu ya da olumsuz hiçbir cevap vermemiş; aynı günün akşamı ayrılmak üzere veda eden Mustafa Kemal'e şunları söylemiştir:

“Mustafa Kemal efendi oğlum, sen, bizler gibi yalnız Erkânıharp zabiti olarak normal bir hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma. Sende, memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum."

Osman Nizami Paşa yanılmamıştır. Çünkü Mustafa Kemal, gençlik çağlarından beri geleceğin ATATÜRK'ünden belirtiler ve ışıklar vermiştir.

 

Kaynak 1 / Kaynak 2

Top